7.BÖLÜM - SÖZLÜM

16.6K 1.3K 85
                                    

Bu bölümde sadece Boran ve Yaz var :) umarım bölümü beğenirsiniz :)

NOT: Arkadaşlar WATTPAD'te sorun yaşanıyor sanırım. yorumlarınız bildirim olarak gelmiyor. O yüzden çoğu yorum gözümden kaçabiliyor. Bunun için şimdiden üzgünüm. Elimden geldiğince girip, kontrol etmeye çalışıyorum.

 Elimden geldiğince girip, kontrol etmeye çalışıyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


YAZ
Dibi düştü. Vallahi de dibi düştü. Bakışları da bi değişti sanki. Tek taşı mı görünce ne yapacak acaba? Of sağ parmağımı da nasıl görecekse? Evet Boran bey, intikam soğuk yenen bir yemektir. Bu akşam görürsün sen. İçimdeki şeytan sevimli sevimli sırıtıyordu. Ne tatlıydı şu an.
"Müzik açalım mı? Şahsen ben müzik dinlemeye bayılırım. En çok Türkçe pop seviyorum. Ama yabancı şarkılardan da sevdiğim var. Mesela bu aralar Beyonce'e taktım. Kadın süper söylüyor. Değil mi?" sessizlik. "Sen hangi tür müzik seversin?"
"Sessizliği severim ben. Mümkünse de yolculukta."
'Sessizliği severim ben. Mümkünse de yolculukta' onunla dalga geçip, dil uzatan içimdeki çirkefi şimdilik susturdum.
"Yaz, bak Japonlarla olan bu yemek çok önemli gerçekten. Lütfen batırma. Sadece tercümanlık yapacaksın. Gereksiz laf kabalığına girme. Anlaşıldı mı?"
"O demek, gereksiz laf kalabalığı? Çok affedersin ama ben geveze miyim?"
"Yok canım. Benim densizliğim o kusura bakma. Yoksa sen asla geveze değilsin."
Senin şu triplerin gereksiz. Ne var yani kendini bana teslim etsen. Bir Leyla ile Mecnun olamasak da en azından şeker kız Candy ile Anthony olabilirdik. Ya da dağlar kızı Heidi ile çoban Peter. En kötüsü Şirine ile Huysuz şirin olurduk.
Ah ah, hayatımın Gargameli olup hayallerimi öldürmenin ne anlamı var ki?
Restoranda geldiğimizde arabayı önünde durdurup, anahtarı valeye verdi. Ne havalı... Diğer valede kapımı açtı. Bende filmlerdeki gibi önce bordo topuklu ayakkabımı gösterip, sonra kendim çıktım ve benim huysuz şirinime doğru gittim. Birlikte içeri girdik.
"Boran Barutlu." Dedi o muhteşem ses tonu ile.
"Hoşgeldiniz efendim. Misafirleriniz az önce geldiler."
"Kahretsin, geç kaldık."
Hızla masaya giderken bende ona yetişmeye çalıştım.
"Ay ilk kez Japon görüyorum. Ya onlar ne sevimli ya." Masa biraz uzak bir köşedeydi. Uzak ve sessiz.
"Sus Yaz. Sadece tercüme et."
"Emredersiniz Mr. Grey. Başka arzunuz?"
Yüzüme kararmış gözlerle baktı. Evet azıcık korktum. "Tipim olsan gösterirdim sana gününü. O Grey'i mumla arardın."
Vay sert seviyoruz.
"Ne hoş. Yani tipin olmamam. Ziraa-" deyip sağ parmağımı kaldırdım. "Sözlüm pek hoşlanmazdı."
Ve bingo!

BORAN
Tek taş mıydı o? Bu kız düne kadar peşimden koşmuyor muydu? Ne ara birini buldu da evlenme aşamasına geldiler?
"Seni tebrik eder, adama Allah'tan sabır diliyorum." Diyerek masaya geçtik. O Grey saçmalığı da neydi? Bu kız ne tarz takılıyordu Allah aşkına? Sapkın zevkleri olduğu kesin. Sözlüyken bana sarkıyordu sonuçta.
Adamlar beni görünce ayağa kalktı. Hepsi ile selamlaşırken, onlar da Türkçe ile 'Merhaba' diyorlardı. Yaz'a döndüm.
"Japonca ile onlara geç kaldığımız için üzgün olduğumuzu söyler misin?"
"Söyler misin mi? Ah Boran ne incesin."
"Dalga ve gereksiz cümle yok Yaz. Hadi."
"Hoşgeldin huysuz şirin." Huysuz şirin mi? Bu kız özel hayatında benden böyle mi bahsediyordu? Huysuz şirin?
Yaz adamlarla konuşurken adamlar sırıtmaya başladı ve onlarda bir şeyler söyleyip, bana gülümsediler. Yaz'ın sandalyesini çekerken "Ne dediler?" diye sordum.
Oturduktan sonra bende yanına geçtim.
"Hiç önemli olmadığını ve yanında böyle güzel bir bayan olduğundan geç kalmanı mazur gördüklerini söylediler."
Mazur mu?
"Mazuru nasıl çevirdin merak ettim."
"Yani güzel bayana takılacağına buna mı takıldın? Cık cık cık."

YAZ
Tamam adamlara azıcık uydurmuş olabilirim. Onlara alt tarafı Boran'ın sözlüsü olduğumu söyledim. Ama çok sevindiler ya. Canlarım, onlarda bizi çok yakıştırdıklarını söylediler. Ne tatlılar. Uzak doğu insanı sıcak kanlı oluyordu. Barış Manço bunları boşuna sevmiyordu. Vardı adamın bir bildiği.
"Ne yemek istediklerini sorar mısın?"
Adamlara döndüm ve Japonca ile "Nişanlım ne yemek istediğinizi soruyor?" dedim.
Onlarda seçimi bize bıraktı. Ah bana bıraksaydınız da sizi şöyle güzel bir ocakbaşına götürseydim.
"Seçimi bize bıraktılar."
"Tamam. Ne tavsiye ediyorsun?" dedi menüye bakarak.
"Ocakbaşı."
"Ne?" dedi şaşırarak.
"Yani bana soracak olursanız, onları ocakbaşına götürmeliydiniz. Bence orada daha lezzetli olur her şey. Ayrıca onlara Türk yemeklerinin yanında kendi kültürümüzü de göstermiş olurduk. Allah aşkına bu adamlar hayatlarında hiç dürüm ayran yemişler midir acaba? Bir sor? Daha doğrusu ben sorayım. Gerek de yok yememişlerdir-"
"Yaz, menüye bak, bir şeyler seç ve Allah aşkına bi sus."
Kaba.
Seçtiğim uzun bir liste sonucu yaklaşık on beş dakika sonunda garson siparişlerimizi aldı ve uzaklaştı.
Adamların dediklerini bir süre aynen Boran'a çevirdim ve Boran'ınkileri onlara. Sormayın, çok sıkıcıydı.
Sonra iş konuşması bitmiş, sonuç olarak anlaşılmıştı. Boran memnun görünüyordu. Gülümsüyordu. Ay canım benim. Gülünce daha bir genç görünüyordu.
Adamlardan biri bana "Düğün ne zaman?" diye sordu.
Ah... Bana kalsa hemen yarın.
"Daha belli değil." Dedim kibarca.
"Ne dedi?"
"Bizi nişanlı sandılar ve bunu artı olarak gördüklerini, bu anlaşmayı imzalamalarındaki büyük etkenin bu olduğunu söylediler."
"O iki kelimede."
"Evet. Sen bi 'Watashi ni kisushitedasai' de ne anlamlar, ne manalar, neler neler var biliyor musun?" (ÖP BENİ)
Benim bunu söylememle adamlar gülmeye başladılar. Lanet olsun Boran bilmiyordu ama bu adamlar Japonca biliyordu. Sonuçta ana dilleriydi.
Adamlar hep bir ağızdan "Kisu, Kisu" diye söylemeye başladılar. (ÖP)
"Ne diyorlar?"
"Beni öpmeni."
"Daha neler? Sen adamlara nişanlı olmadığımızı söyledin değil mi?"
"Tabi ki demedim. İşinizi bozar mıyım? Nişanlıyız dedim. Düğünde yakında dedim. Merak etmeyin, asla işinizi bozacak bir adım atmam Boran bey."
"Ne dedin ne dedin?"
"Nişanlıyız ve en yakın zamanda evleneceğimizi söyledim. Bu adamlar için önemliymiş ama. Ben Japonca öğrenirken kültürlerini de okumuştum. Aile, evlilik kavramı onlar için çok önemli. Yok, öylesine getirdiği bir kız mıyım deseydim? Kalkar giderlerdi valla. Hem beni yani bizi en yakın zamanda Japonya'ya bekliyorlar."
"Çok beklerler, yani seni."
Omuz silktim.
Adamlar yemekler hakkında birbirlerine memnuniyet dolu yorumlar yapıyorlardı.
Yemek bitince Boran hala bana "Nasıl nişanlıyız dersin ya, inanamıyorum." Deyip, duruyordu.
"Ya sayemde işi aldın, teşekkür etmiyorsun, böyle saydırıyorsun. Çok ayıp Boran." Dedim ayıplar gibi bakarak. Kaşlarını çattı. Çok korktum, he.
Hep birlikte kalktık. Eğlenmek için mekan sordular. İşte şimdi süper bir yere götürecektim onları.
"Dansözlü bir yere gitmek istiyorlarmış." Azıcık yalandan bi şiycik olmaz.
"Dansöz mü?"
"Evet. Varya hani böyle kıvırtıyorlar." Deyip, kıvırmaya başladım.
"Tamam yapma şu hareketi."
"İşte öyle bir yer. Ben biliyorum. Harika bir mekandır."
"İyi tamam. Adamların şoförüne bizi takip etmesini söyle.

Bir saat sonra adamlar dansözlerle coşmuşlardı. Bende onlarla coşmuştum. Boran ise kaşları çatık bize bakıyordu.
"Hadi Boran ama, incilerin dökülmez. Gel."
"İstemez."
"Ya hadi." Dedim çekiştirerek.
"Ben oynamam."
"Ben oynamam, ben istemem, ben gülmem, ben öpmem. Nefes al bari nefes. Hissiz."

BORAN
Şu an onu boğabilirdim. Şu kıvırtmalara bak, şu hareketlere, dersin on yıllık mezdeke maşallah.
Nişanlıyız demiş ya? İnanamıyordum. Bunun hesabını verecekti o minik cadı şirin.

Sonunda gece bitti ve adamları yarı baygın otellerine bıraktık. Yanımda oturan Yaz'a sinirle döndüm "Ya sen nas-" uyumuş muydu o?
Uyumuştu. İnanmıyorum. Şimdi ne yapacaktım? Evine götürsem bile nasıl eve sokacaktım onu. "Baş belası." Diye geçirdim içimden ve evime doğru sürmeye başladım. Yol boyunca ara ara yüzüne bakıyordum. Uyurken ne kadar da masum duruyordu. Aslında çok da güzel bir kızdı. Yani biraz daha az konuşsa peşinden bile koşulası biriydi. Kırmızı ışıkta durunca gözüm yüzüne takıldı. Dudakları çok güzeldi. O kırmızı ruj ona gitmemişti. O pembenin kızıydı. Şeker pembesi ruj daha çok yakışıyordu. Derin nefes aldım. Doğrusu şuan gerçekten öpülesiydi. Yeşil ışık yanınca eve doğru sürdüm. Bu gece şans kesinlikle benden yana değildi.

Eve vardığımda inip, onun tarafına döndüm. Kapıyı açtım ve kucakladım onu. Allah aşkına bu kız yemek yemiyor muydu? Kuş kadar hafifti. Barlas ile yeni eve taşınacaktık. O da buraya taşınmaya karar vermişti ve evimdeki tek misafir odasında o kalıyordu. Mecbur onu kendi odama götürdüm. İçkinin de etkisi ile uyanmıyordu. Üstündeki elbise çok rahatsızdı. Önce çantasından telefonu almak için, açtım. İçine bakmadan elimi uzattım, elime bir kağıt parçası geldi. Elime aldım ve bir fiş olduğunu gördüm. Baktığımda bir kuyumcu fişi olduğunu anladım. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Tek taşını kendi almıştı. Bu kız gerçekten tehlikeliydi. Evet, öyleydi. Çünkü içimdeki rahatlamanın sebebi onun o saçma hareketleriydi.
Kıskanmıştım...

BİR ÖPÜCÜK MASALI  - MASAL SERİSİ I - FİNALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin