Süs

3.4K 276 389
                                    

Fran Healy - Sing Me To Sleep 

"Kaldırma sakın onları!" diye bir kez daha uyarıp mutfağa gitmeden önce masum masum bakan gözlerinden öptüm. Koltuktan kalkmaması gerekiyordu. Tarafımdan alınan bir karar değildi bu, öyle gerekiyordu. Kalksa da iş yapması kesinlikle yasaktı. Özellikle durumu düşünüldüğünde... Hareketlerine çok dikkat etmesi gerekiyordu. Daha en başından kolay olmayacak demişti Arzu hanımda zaten. Kendisine çok dikkat etmesi gerektiğini de söylemişti. İkiz hamilelik kolay değildi kesinlikle. Defne de başından beri hep bunu göz önünde bulundurarak yaşıyordu. Yine de bazen her şeyi doğru yapsan da istediğin sonuçla karşılaşmayabiliyordun işte böyle.

Her şey iki hafta önce turneye gitmemle başlamıştı. Benim için öyleydi en azından. Defne her ne kadar "Saçmalama Ömer senin gitmenle ne alakası var?" dese de ben kendimi sorumlu görüyordum. Bebeğimi, bebeklerimi bırakıp gitmek çok zorlamıştı bu sefer beni. Bırakmamalıydım belki de bu yüzden. Her turnede oluyordu aslında bu zorlama durumu. Özlüyorduk, ayrılmak istemiyorduk. Ama bu sefer farklıydı. Tekin "Ya şimdi ya sonraki ay, sen seç." dediği için kabul etmek zorunda kalmıştım. Sonraki ay her an doğum gerçekleşebilir diye düşünmüştüm çünkü. Sezaryen olacağı için belli bir tarihte olacaktı aslında ama henüz tarih belli olmadığı için riske atmak istememiştim.

Arzu hanımın dediğine göre normal doğumlar 38. ve 40. haftalar arasında olsa da ikizler için durum bu değildi. 35. haftadan itibaren doğum olabilirdi. Bebeklerin gelişimine bağlı olarak bir tarih verecekti ama "Biraz daha sabır." diye gözlerini büyütmüştü sorularımız karşısında. O yüzden geçen hafta gitmek daha mantıklı gelmişti ikimize de. Hem Defne hala kendi işlerini görebilecek durumdaydı. Zorlanıyordu tabi ki, ama yapabiliyordu. Annemin de yalnız bırakmayacağını bildiğim için içim biraz daha olsun daha rahattı. Ama hayat her zaman düşündüğünü vermiyordu insana.

Alkışlar eşliğinde perde kapandığında Ayça dirsek atıp "Döktürdün yine Ömer bey." diye kıkırdadı. "Ankara'da çılgın bir kitlen var bir de, farkında mısın?" diyerek benimle birlikte kulise yürümeye başladı. Gülüp "Abartma Ayça ya. Ne çılgını ne kitlesi? Geliyorlar işte." desem de Ayça ısrarla "Seni seviyorlar ama. Neden bilmem. Sen burada çalışmış mıydın hiç?" diye sordu. Başımı iki yana sallayıp kulisteki koltuklardan birine attım kendimi. Bacaklarımın günlerdir süren koşuşturmadan iflas etmek üzere odluğunun farkındaydım çünkü. Sırt çantamın içinden telefonumu ararken "Yoo hiç çalışmadım. Böyle turneler işte. Ankara'da bir haftadan uzun bulunmadım." dedim. Telefonu bulamadıkça hırçınlaşan bir tavırla iyice aramayı başladım çantayı. Telefonuma tam bir küfür savuracaktım ki çantam titremeye başladı.

"Buldum seni." diyerek kulağıma götürdüm telefonu. Ama bulmanın getirdiği zafer gülümsemesi annemin sesini duyduğum gibi yok oldu. Defnem arıyordu oysa beni. O arardı. Oyunun bittiği saati biliyordu çünkü. Bittiği gibi heyecanla arayıp nasıl geçtiğini sorardı. Sonra da kendi neler yaptı onları anlatırdı. Melis eve gidip gelmeye başlamamıştı artık Defne'yi yormamak için. Hamilelik ağrılarına özel hareketlerini yaptıktan sonra oturup biraz konuşmak da iyi geliyordu hem ikisine de. Ama bugün öyle olmamıştı. Defnem yerine annemin sesiydi duyduğum. Ve bu saatte, bu hiç de olumlu bir şey değildi.

Annemin "Önce sakin ol." diye konuşmaya başlaması ise nabzımı olması gerekenin iki katına çıkardı. Bakışlara ve sorulara aldırmadan kulisten çıkıp "Anne ne oldu? Defne nerede?" diye sordum toplayabildiğim nefesimle. Kötü bir şey olmuştu. Belliydi. Annemin sesi bile kırık döküktü. Defnem'i ise duyamıyordum. Kötü bir şey olduğuna emindim. Kalbim tırmanıp boğazımda atmaya başlarken gözlerimi kapayıp ayakta durmaya çalıştım. Beni sıkan elleri itip nefes almaya çalıştım. Ve annemden gelecek cevabı bekledim.

Aşk RengiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin