“Sehun lütfen ısrar etme. Gerçekten haftaya geleceğim yemin ederim ama bugün gelemem. Bak bu önümdekileri görüyor musun? Profesör McGonagall hepsini okuyup izin alan öğrencilerin ailelerine cevap yazmamı istedi.” dedi Baekhyun önündeki zarf yığınını gösterirken.Büyük Salonda öğleden önceydi. Baekhyun kahvaltıdan sonra, Gryffindor masasının köşesine yayılmış, McGonagall’ın verdiği görevle boğuşuyordu. Sehun da Hogsmeade’e gitmek için tutturmuş, yarım saattir başında dikiliyor ve onu ikna etmeye çalışıyordu.
“Bak gelmezsen gerçekten kızarım.”
“Bunları bugün bitirmemi isteyen McGonagall’dan daha çok kızamazsın. Hem o not veriyor, sen vermiyorsun.”
“Ben senin en yakın arkadaşın değil miyim?!”
“Tabiki öylesin ama bu not vermediğin gerçeğini değiştirmiyor.”
Ayağını yere vuran Sehun, arkadaşınınbitmek bilmeyen görev aşkına bir kez daha sinir olmuştu.
“Sen de benimle kal, gitme olmaz mı? Haftaya güzelce birlikte gideriz?”
“Boş günümü ne diye okulda geçirecekmişim? Köyde içip, şekerleme dükkanına gitmek varken..”
Baekhyun elindeki mektuptan kafasını kaldırıp ona baktı. Boyuna ve dışardan görünen soğuk duruşuna bakan, onu yemiyor, içmiyor hatta gülmüyor sanırdı. Ama Sehun gülerdi. Hem de çok güzel gülerdi. En çok da Baekhyun’layken gülerdi. Boyundan posundan utanmadan şu bubble tea denen şekerli içeceği içmek en sevdiği şeylerden biriydi. Hogsmeade’e gittiklerinde şekerleme dükkanına uğramadan dönmezdi. Baekhyun onun çocuksu yanını gösterdiği bu zamanlarına bayılırdı ve sırf bunun için bile onunla gitmek istiyordu ama gerçekten bitirmesi gereken işleri vardı. Bu yüzden üzülerek onu yeniden reddetti.
“Bunun bedelini cidden büyük ödeyeceksin Byun Baekhyun. Bil istedim.”
“Sehun’um bana kıyamaz.”
“Görürüz.”
Sehun arkasını dönüp gittiğinde Baekhyun çenesini kalemine dayayıp onun gidişini izledi bir süre. Gönlünü almak için bir şeyler düşünmesi gerekiyordu. Düşünecekti de, ama önce yapması gerekenler vardı, daldığı düşüncelerden çıkıp işine geri döndü..
Saatler öğleden sonrayı gösterdiğinde okulda kalmayı tercih eden öğrenciler yüzünden büyük salon kalabalıklaşınca Baekhyun, odada çalışsa daha iyi olacağını düşündü. Eşyalarını kucağına toparlayıp büyük salondan çıktı. Astronomi Kulesini tırmanıp odalarının kapısına geldiğinde soruyu okuyup cevabı mırıldandı. Elindeki kalabalıktan dolayı açılan kapıyı ayağıyla itmek zorunda kalmıştı. Aralanan kapıya sırtını yaslayıp kendini içeri iterken tişörtünün ucu tam açamadığı için hemen kapanan kapının arasında sıkıştı. Başını döndürüp arada kalan tişörtüne baktığında nefesini bos odaya bıraktı.
“Bir sen eksiktin..”
Kucağındakileri bir yere bırakamadığı için kapıyı yeniden açamayınca kendini hızla öne doğru çekerek tişörtünü kapıdan kurtarmayı denedi. Ve tişörtü güzelce sırtının yanından itibaren ikiye ayrılırken Baekhyun dişlerini sıktı. Elindekileri dönüp yandaki masaya bıraktı. Sonra yan tarafı komple yırtılan mavi tişörtüne ve kapı arasında sallanan tişörtünün parçasına.. Sinirle kapı arasından yırtık parçayı çekip aldı. Döndüğünde kollarını kaldırıp yırtılan tişörtü başından geçirip çıkartırken odasına doğru yürüdü. Kapıya uzanıp kolunu çevirdiğinde açılmayınca, kaşlarını çattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Véspero || Chanbaek/Sekai
FanfictionPark Chanyeol, zehirli bir yılandı. Her an kanınıza karışabilirdi. Byun Baekhyun ise pençelerini arkasında saklayan naif bir aslandı. Kim Jongin, yeşil ve grinin uyumuydu. Gözleri donmuş bir orman gibiydi. Oh Sehun ise gün batımı gibi sarıydı. Soğum...