Yarım saat olmuştu ve Chanyeol yatakta yan dönmüş, iki elini üst üste koyup başının altına dayamış, gözleri uykusunu çok iyi alamamış olmanın verdiği yorgunlukla yarı açık dururken öylece yanına bakıyordu.
Uyanalı tamı tamına yarım saat olmuştu, yarım saat. Ve Slytherin'in Prensi, yüce takımın kaptanı, koca okulun korkulu rüyalarından biri olan 1,85lik Park Chanyeol, yattığı yataktan çıkacak cesareti bir türlü kendinde bulamamıştı.
Uyanır uyanmaz gitmesi gerektiğini biliyordu. Burada uyuduğuna dair kimseye bir açıklama yapamazdı, yapmak istemezdi, bu yüzden de görünmeden odayı terk edecekti. Ama yanındaki adam yüz üstü bir şekilde yatmışken, kızıla çalan kahverengi saçları yastığına dağılmışken, yüzü bir bebek gibi masum ve göz kapaklarına özenle dizilmiş kirpikleri göz çukurlarına tel tel değmiş öylece Chanyeol'un birkaç cm uzağında uyurken, yapamamıştı. Gözlerini bir türlü bu manzaradan ayrılmaya ikna edememişti.
Az önce neredeyse elini uzatıp Baekhyun'un kaşının üzerine düşen saçını çekecekti. Ama dün geceden sonra ona yeniden dokunmaya cesaret edemedi. Çünkü dün gece yaptığı hala içinde bir yerleri acıtıyordu. Yanağını öylesine yumuşak avucuna yaslamak sıradan bir şeymiş gibi görünse de onun için değildi. Bu onun için kendini birine teslim etmek gibi gelmişti ve Chanyeol böyle bir duyguyu daha önce hiç tatmadığı için bu onu korkutmuştu.
Kendini öylece bir avucun ortasında bulmak değil de, daha çok orada kalmak istemek onu korkutmuştu.
Şimdi öylece yatmış gözlerini bir saniye bile Baekhyun'dan ayırmadan bunları düşünürken, sadece kendini ikna edebilmek için nefesini bırakıp gözlerini kapattı. Göz kapaklarını o kadar sıkı yummuştu ki sulanmışlardı. Geri açtığında bir daha hiç o tarafa bakmadan, hızlıca ve sessizce yataktan kalktı. Gece yere bıraktığı tişörtünü eline alıp yatağın kenarındaki masadan asasına uzandı. Sabahın ilk ışıkları odaya daha yeni ulaşmaya başlamışken parmak uçlarında dönüp odadan çıktı.
Baekhyun sessizce uykusuna devam ederken, şimdi yanında kocaman bir boşluk vardı ve geceden beri başında uçuşan minik ışık küreleri, tıpkı onları yaratan sahibinin yataktaki ısısı gibi birer birer havadaki boşluğa karışıp yok oldular..
*
Sehun ilk kez yattığı yatakta, ilk kez yattığı odada uyandığında, gözlerini kırpıştırarak tavana bakıp kendini ayıltmaya çalışmıştı. Ayıldığında da ilk yaptığı başını sağına döndürüp bakmak olmuştu.
Jongin hala oradaydı. Sırt üstü bir şekilde uyuyordu. Tek bacağı örtünün altından çıkmış, sol kolunu başının altına yaslamıştı. Üzerindeki örtü beline kadar örtülüydü ve yastığın üzerine dağılan gri saçları biraz karışmıştı ama güzeldi. Doğal bir güzelliği vardı. Zararsızdı. Ve bu zararsızlığı Sehun'un azıcık sırıtmasına neden olmuştu.
Dün gece uyumadan önce onunla ettikleri birkaç cümle yüzünden Sehun uykusuna zar zor dalmıştı. Hem kendi söylediklerini hem de Jongin'in söylediklerini kafasından atıp uykuya dalması epey zamanını almıştı.
Dün gece ne demişti o tam olarak öyle, yara bandı mı olacaktı? Tanrım! Peki, Jongin'e ne demeliydi.. Bütün açık yürekliliğiyle Sehun'a yaraları olduğunu söylemişti. Sehun bunu o söylemeden de bir şekilde görebiliyordu. Onunla geçirdiği bunca zaman içinde bunu bir şekilde fark etmişti ama bunu Jongin'den duymak bir lütuftu ve Sehun bu lütufa nail olmuştu.
Yine de bilmiyormuş gibi yapacaktı.
Dün sanki o öyle söylememiş gibi davranacaktı çünkü Kim Jongin'in de böyle yapacağından adı kadar emindi. Kim Jongin kesinlikle öyle yaralarını ortalığa serip başının okşanmasını bekleyecek biri değildi. Yaralarını ortalığa sermez, serse bile üzerine basıp geçerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Véspero || Chanbaek/Sekai
FanfictionPark Chanyeol, zehirli bir yılandı. Her an kanınıza karışabilirdi. Byun Baekhyun ise pençelerini arkasında saklayan naif bir aslandı. Kim Jongin, yeşil ve grinin uyumuydu. Gözleri donmuş bir orman gibiydi. Oh Sehun ise gün batımı gibi sarıydı. Soğum...