"Anne."
Jongin, soğuk mezarlığın demir kapısını itip içeri girerken uzun parmakları elindeki çiçek buketinin sapını sıkıyordu. Yanından geçtiği mezar taşlarının üzerinde biraz kar birikmişti. Belli ki gündüz kar yağmıştı. Hava serindi. Tüm bunlara rağmen Jongin'in vücudu kesinlikle üşümüyordu ama ruhu buz tutmuş gibiydi.
İki mezar taşını daha geçtikten sonra çok açık bir pembe gibi duran uzun mezar taşının başında durdu. Önce sadece öylece biraz dikilip temizlenmiş mezar taşını izlerken, tekrar ve tekrar annesinin adını okudu. Yenilenmiş görünen mezar taşından sabah babasının geldiğini tahmin etti. Bugünü atlamamıştı demek..
Diğerleri de Jongin'in peşinden yürüdüklerinde ve Jongin durduğunda, Chanyeol iki adım gerisinde soluna geçerken, diğer ikisi de biraz daha gerisinde sağında durdular.
Bu, Jongin'in en özel anıydı. Bu, Jongin'in kutsalıydı. Yalnız kalıp, duasını annesine sunmak en doğal hakkıydı. Rüzgârla birlikte ağaçlardan düşen birkaç kar tanesi gri saçlarına değdiğinde gözlerini kapattı.
Buraya gelmek, buraya gelme nedeni, bu yaşında buraya gelmek zorunda oluyor olmak, onu böylesine yıkıyordu işte. Annesinin mezar taşının başında öylece dikilmek zorunda kalmak onu yıkıyordu.
Tüm bu düşünceler aklından geçerken, o gece Kim Jongin'in omuzları ilk defa düşmüştü.
Ve arkasındaki Oh Sehun gözlerini Jongin'in öne düşmüş başından, düşmüş omuzlarından bir dakika bile ayıramıyordu. Onu hiç böyle görmemişti ve bundan sonra da göremezdi, bunu biliyordu. Şu an Jongin'in duyduğu üzüntü, Sehun'un her şeyini aşıp bir şekilde en derinine işlemişti.
Baekhyun, Sehun'un hemen yanında ellerini önünde birleştirirken biraz gergindi. Mezarlıklardan fazla hoşlanmazdı, hoş, kim mezarlıklardan hoşlanırdı ki.. Yine de böyle tanıdık birinin duyduğu üzüntü Baekhyun'un kalbini burkmuş ve bir annenin ölmüş olma düşüncesi bile mavi gözlerinin dolmasına neden olmuştu.
Chanyeol dik tuttuğu başıyla Jongin'in omuzlarını izlerken, gözlerinin dolmasını engellemek için dişlerini sıkmak zorunda kalmıştı. Bu, Jongin'in, onun Jongin'inin, en derin yarasıydı ve Jongin'i Chanyeol'un hayatındaki her şeyin önüne geçirirdi.
İkisi o kadar küçükken bir araya gelmişlerdi ki, Chanyeol onunla tanıştıkları yaşı unutacaktı neredeyse. Her ne kadar aynı yaşta olsalar da, hatta şu an neredeyse aynı boyda sayılsalar da, Chanyeol bazen ona ağabeylik yapmak zorunda kalmıştı. Şikâyeti yoktu elbette. Onun bir kardeşi yoktu, onun da onu babası dışında sahiplenebilecek birine ihtiyacı vardı. Chanyeol ellerini önünde birleştirirken içi, arkadaşının, kardeşinin acısının içinde kavruluyordu. Çünkü Jongin ona sonradan bahşedilmişti ve şüphesiz ki hayatındaki en değerli şeydi.
Jongin, arkasındaki nefes alıp verişleri umursamadan dakikalardır sadece annesinin mezar taşına bakıyordu. Şu an hiçbir şey ve hiç kimse ondan daha değerli değildi. Gururunu ve elindeki çiçekleri mezar taşının önüne bırakırken, eli soğuk mezar taşına çarptı. Yeşil gözlerinin dolduğunu hissettiğinde yanağının içini ısırdı.
"Uzun zaman oluyor değil mi?"
Jongin'in kırgın ve hırıltılı sesi mezarlıkta yankılanırken, diğerleri bu anı bozmamak için neredeyse nefes almayı bile bırakmıştı. Şu an boş mezarlıkta sadece Jongin'in ve esen rüzgârın sesi duyuluyordu.
"Seni görmeye gelmeyeli gerçekten uzun zaman oluyor değil mi anne? Bunun için yıl dönümünü bekledim. Bugünle birlikte tam on yıldır benimle değilsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Véspero || Chanbaek/Sekai
FanficPark Chanyeol, zehirli bir yılandı. Her an kanınıza karışabilirdi. Byun Baekhyun ise pençelerini arkasında saklayan naif bir aslandı. Kim Jongin, yeşil ve grinin uyumuydu. Gözleri donmuş bir orman gibiydi. Oh Sehun ise gün batımı gibi sarıydı. Soğum...