Tepsiyi kenara bırakıp üstündeki bardakları mutfak penceresinin önüne dizdim, tepsiyi de raflardan birine tıktım. Kollarımı aşağı uzatıp azcık salladım, uyuşmuştu.
"Sipariş vermek istiyordum," diyen gençlerin yanına gittiğimde benden küçük olduklarını fark ettim, okuldan sonra gelmişlerdi büyük ihtimal. Kucaklarındaki kitaplar düşündüklerimi destekliyordu. Birinin kucağında sadece pembe bir defter ve kalemlik, diğerinin ellerinde ise üç tane farklı derse ait kitap vardı. Kız gözlüklerini düzeltip arkamdakileri okumaya başladığında ekranı ayarladım. "Neler istiyorsunuz?" Dokunmatik ekrana siparişi yazdıktan sonra numara verdim, kenarda içeceklerin hazırlanmasını beklemek için dikildiler.
"Mi Sun, ben bittim!"
Jin Ae yanıma koştuğunda terslik olduğunu sezmem saniyelerimi bile almamıştı. Bu tarz durumlarla süreki yüz göz olduğumuzdan sıkıntıyla yanaklarımı şişirdim.
"Ne oldu Ae?"
"Müşterilerin üzerine kahve döktüm."
Nefes alışım değiştiğinde, kendime hakim olmaya çalıştım. Jin Ae'min kahve dökmesi demek, benim temizlemem demekti. Cidden şu kızın sakarlıklarından bıkmıştım.
"Olay nasıl oldu?"
Gözlerini kaçırıp "Takıldım," dedi, şüpheli gelmişti.
"Neye takıldın Jin Ae?"
"Bilmiyorum, dengemi kaybettim. Karşımda da o vardı."
"Ben hallederim, sen kasaya geç."
Yüzlerce teşekkür etmesinin ardından sahte isim broşumu takarak Jin Ae'nin kahve döktüğü kişilerin yanına gittim, maaşımdan olmak istemiyordum. Ve şuradan şansımın bir defa da olsun bana dönmesini istiyorum.
"Dökülen kahve için özür dileriz, b-"
Cümlemi yarıda kesen mavi saçlı çocuk, sinirimi bozmuştu. Kaşlarımı çattım, üzerine kahve dökülen o değildi bile.
"Farkındaysanız özür dileyince geçmedi."
Müşteri o dedim kendi kendime.
"İğneleme yapınca da geçmedi, güzelcene halletmek için geldim buraya."
Diğeri atladı lafa, şahsen masadaki üç kişiden en bilgesi o gelmişti gözüme. Daha bir akıllı duruyordu. "Siz değildiniz sanki, pembe kazak vardı üzerinde."
"Benim olmam değiştirmiyor, ben özür dilemeye geldim. Bez gibi üzerinizi biraz da olsun temizleyebileceğiniz bir şey ister misiniz?"
Bir yandan da çocuğun beni tanımaması için yalvarıyordum. O köpek olayından sonra, kendimi parçalardım.
"Aslında olur," diyip ayaklanınca lavaboların bulunduğu yerdeki küçük odaya gittik, arkamdan geldiğinden emindim. Adım seslerini duyuyordum.
"Seni tanıdım," dedi Hoseok. "Kaşlarını çatıp konuşunca emin oldum."
"Ben sizi tanıyamadım, karşılaştığı-" dememle bağırarak konuşmaya başladı. Neden bağırıyordu ya da dibindeyim neredeyse neden bağırmaya ihtiyaç duyuyordu?
"Parktaki kızsın sen, köpekten kaçan. Ah, o gün için gerçekten özür dilerim. Fobinizin olduğunu bilemezdim. Bundan sonra herkese karşı daha dikkatli olacağım."
İnkar etmenin şu zamana kadar faydasını görmemiştim fakat bu çocuğun karşısında da bu utanç verici anı kabullenmek istemiyordum. Sonuna kadar, inkar!
"Sizi tanımadığımı söylemiştim."
"Ah, utanıyorsunuz demek. Öyleyse-" sözünü kestim. "Tanımıyorum diyorum, neden hala ısrar ediyorsunuz?"
Ses çıkarmadan elimdeki bezi, eline verdim. Tip tip bana bakıyordu, hem komik gözüküyordu hem de sinirli. Bir süre Jin Ae'nin üzerine döktüğü kahveyi sildi. Biraz izi kalmıştı.
"Peki öyleyse," dedi elindeki bezi omzuma askılıkmışım gibi bırakırken. Elimi uzatmıştım, bana verebilirdi. Çıkarken tekrar bana döndü. Sinirlerimi bozuyordu.
"Ama senin olduğuna eminim."
*
Düzenlemem lazım diyerek sürekli taslaklara attığım ama bir türlü düzenleyemedim bir kurgum.. elbet bir gün
ŞİMDİ OKUDUĞUN
destiny | hoseok
Fanfiction❛Eğer o gün, o kahve dökülmeseydi belki de bugün biz olamayacaktık Hoseok.❜ 180107