"Yanına yatayım?"
Kaşlarımı önce kaldırdım. Sonra çattım. "Hı?" dedim şaşkınca afallayarak. Zaten beynim yavaş çalışıyor algılayamıyorum.
"Yanına yatsam? Zaten yatağın sadece bir köşesini kullanıyorsun hep."
İstemsizce yattığım köşeden ortaya doğru kaydım biraz. Dikişlerimdeki baskı canımı yakınca kaslarımı sımsıkı gerdim. Evet bu doğruydu, ortaya da yatsam uyurken hep köşeye doğru kıvrılırdım. Yanına yatsam?
Yuh!
Yanıma yatacakmış, oldu babam.
Ama çok yoruldu.
Gitsin evinde yatsın bana ne.
Ama senin başını bekliyor. Yazık.
Beklemesin, ben mi dedim bekle diye. Yanıma yatacakmış. Yok artık. Bir de tek kişilik yatak. Hastane yatağı.
Ha çift kişilik olsa yatacak yani?
Kafamdaki sesleri susturmak istercesine salladım iki yana. Dudaklarında haylaz bir gülümseme vardı. Benimle dalga mı geçiyordu o?
"Geri zekâlı," dedim kaşlarımı çatıp kötü kötü bakarken. Yanına yatsam diyor bir de. Oldu tabi. İstersen bir de sarılalım...
"Sana bir şey söyleyeyim mi? Uyurken çok daha sevecen oluyorsun. Bence kaşlarını çok da çatmamalısın." Göz devirdim. Uyurken herkes sevecendir zaten. Uyuyan insandan ne zarar gelebilir ki?
Resmen uyurken beni izlemişti. Vay yatağın köşesinde yatıyormuşum, vay sevecen oluyormuşum. Gör bakalım ben seni bu gece alır mıyım bu odaya. Pis sapık. Yanına yatsam diyor bir de.
Yanına yatsam diyor ya...
Yanına yatsam.
Kapı tıklandı. Elinde bir tepsiyle hemşire girdi içeri. "Uyandın mı?" dedi bana bakarak. "Kahvaltı getirdim." Çok güzel bir haber vermiş gibi bakıyordu bana ama kahvaltı kelimesi beni nedense hiç mutlu etmemişti. Hatta hala bulanan midem bir an itiraz bile etmişti kelimeyi duyunca.
"Ama öncesinde oksijeni çıkarıp biraz kan alacağım. Değerlerini kontrol edeceğiz." Kutuyla yanıma gelip ise koyulduğunda yaptıklarını izledim. Önce kolumu dezenfekte etti. İğneyi koluma yaklaştırdığında kafamı çevirmek yerine izlemeye devam ettim.
Kan alırken iğneyi batırdıktan sonra tüpü ucuna takınca kanın musluktan çıkıyormuş gibi tüpe dolması hep ilgimi çekmiştir. Tüpü çıkarınca kan akmıyordu. İkinci bir tüpü takti ve yine kan tüpe doldu. İşi bitince iğneyi çıkardı ve bir süre bastırmamı söyledikten sonra malzemeleri toplamaya başladı.
"Kalkabilir miyim?" diye sordum. Aslında kalkmaya halim olmasa da içimde bir kalkma dürtüsü vardı. Ya da en azından kalkabileceğimi bilsem o da yeter. İstersem kalkarım fikri beni rahatlatacaktı. "Bu gün kalkmamalısın. Yarından itibaren çok ayakta durmaman şartıyla yavaş yavaş kalkabilirsin. Sadece bir tur atıp kaslarını çalıştırman yeterli."
Minik bir yara bandı yapıştırdı koluma. "Peki duş?" dediğimde başını olumsuz anlamda salladı. "En az 48 saat su değmemeli." Tepsiyi masanın kolunun kaldırıp üzerine bıraktı ve gitti. "En az 48 saat dedi ya..." diye yakındım. "En az 48 saat... Saçlarım kan kokuyor."
Zeyd yanıma yaklaştı. "Bakıyım," demesi ve saçlarıma doğru eğilmesi bir oldu. Refleks olarak nefesimi tutarken göz ucuyla onu görebilsem de başımı çevirmedim. Nefes alışını duyuyordum. Gözlerimi yumdum. Nefes al, nefes ver diye hatırlattım kendi kendime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arıza tespit
Lãng mạnGümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye ölçercesine beklentili bakışlarına karşılık verdikten sonra, "Seni zerre ilgilendirmez," dedim sadece. Zaten benden daha iyi bir cevap beklem...