Kapıyı açtığımda karşımda Zeydi bulduğumda kenara doğru çekildim ve içeri girdi. "Yorgun görünüyorsun," dediğimde başıyla onaylayıp, "Hm yoruldum," deyince, "Neden eve gitmek yerine buraya geldin?" diye sormadan edemedim.
Gözleri gözlerimi bulunca gülümsedi. Kolunu belime dolayıp beni kendine doğru çekti. "Seni görmeyince dinlenemiyorum. Şu an kendimi iyi hissettim."
"Aptal," dedim. Aptal artık sanki bir sevgi sözcüğü olmuştu aramızda. Sessizce güldü. "Yemek yedin mi?" diye sordum sonra. Kolundan kurtuldum ve onu koltuğa doğru ittirdim. "Hm..."
"Kahve?" Koltuğa oturdu sonra iki eli iki bileğimi tuttu. "İstemiyorum. Kahve kokusu senin kokunu maskeliyor." Buna dudaklarım yukarı doğru kıvrılsa da, başımı iki yana sallayarak göz devirdim. "Cay? Yorgunluğunu alır."
Elindeki bileğimden beni kendine doğru çekince neredeyse dengemi kaybediyordum. "Yanıma gel." Beni yanına oturttuktan sonra kolunu omzuma atıp iyice yaklaştırdı ve ben de başımı omzuna yasladım. "İşte bu. Sadece bunu istiyorum."
Öylece oturduk bir süre, "Kaysana azıcık," diyerek yüzüme beklentiyle bakana kadar. "Nereye kayyım?" diye sordum bir şaşkınlıkla. Kolunu omzumdan çekip, "Köşeye doğru kay," diyerek koltuğun köşesini işaret etti ardından da beni dürttü.
"Neden?" diye sordum dediğini yapmak yerine. "Beni yorma prenses, kay şuraya." Ona yan bir bakış attım. İnatla yerimden kıpırdamamayı düşündüm ama bitkin halini görünce kıyamadım. "Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum," diye söylenerek köşeye çekildim.
Diğer köşeden yastığı kaptı ve kucağıma koydu. "Ne yap...?" Dememe kalmadı kafasını kucağımdaki yastığa yerleştirerek koltuğa uzandı. "Yatacağım," dedi memnuniyetle.
Bir an kucağıma bakakaldım. İçim sıcacık oldu sanki. Şaşkın suratıma hafifçe güldükten sonra gözlerini yumdu. "Burayı çok sevdim," dedi belli belirsiz, belki bana belki kendi kendine.
Kapalı gözleri çekinmeden ona uzun uzun bakma fırsatı tanıdı bana. O derin gümüş bakışları sevsem de gözlerimin içine içine baktığında dikkatimi dağıtıyordu. Ve keskin etkileyici yüz hatlarını doyasıya inceleyemiyordum.
Elimi yüzüne yaklaştırdım ama santimler kala öyle havada asılı kaldı. Ona dokunmak istiyordum ama cesaret edemedim. Daha önce kimseye o şekilde dokunmamışken tam olarak ne yapacağımı bilmiyordum.
'İçinden geleni' diye düşündüm kendi kendime. Yavaşça saçlarına daldırdım elimi. Siyah denecek kadar koyu saçları. Yumuşaktı. Alnından arkaya doğru hafifçe okşadım. Hoşuna gitmişçesine biraz daha yerleşti kucağıma.
Nazikçe tekrar okşadım saçlarını. Benim hoşuma gitmişti. Sadece saç, herkesin kafasında büyüyen saç ama sanki onunki daha güzeldi, daha özeldi.
Çünkü onun saçıydı.
Elimi iyice içine daldırdım. Parmak uçlarım kafasına değene kadar. Göründüğünden uzundu saçları. Ve tanrım çok güzeldi.
Kalp atışlarım hızlandı. Garip bir heyecan kapladı içimi. Derin bir nefes aldım. Abartıyordum. Sadece saç. Sadece saçına dokundun kendine gel. Eğilip saçını koklamak istedim ama onu rahatsız etmekten korkuyordum.
Gözleri hala yumuktu. Uyuyor muydu acaba? Nefes alışları çok da uyuyor gibi değildi. Yine de gözlerinin kapalı olması işime geliyordu. Yoksa kesinlikle o muzip, kibirli, hoşnut bakışını atacaktı bana ve ben o bakışıyla sanki kafamın içini görüyormuş gibi hissediyordum.
Kolay kolay kızarmasam da o bakışları yanaklarımın ısınmasına neden oluyordu. Elim tam alnı ve saçı arasında kalmıştı. Yavaşça, tedirgin ve tedbirli bir şekilde saçından alnına doğru kaydırdım elimi. Parmak uçlarım hafif hafif alnına dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Arıza tespit
Storie d'amoreGümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye ölçercesine beklentili bakışlarına karşılık verdikten sonra, "Seni zerre ilgilendirmez," dedim sadece. Zaten benden daha iyi bir cevap beklem...