Muse - Supermassive Black Hole
Günlerim bomboş geçiyordu. Okula gidip geliyor, arkadaşlarımla vakit geçiriyor, olabildiğince derslerimi aksatmamaya çalışıyordum. Çalışıyordum diyorum çünkü aklım Küçük Prens Yoongi'deyken bir şeylere odaklanmak çok zordu.
Geçtiğimiz dört gün boyunca onu bir daha görmemiştim fakat bu beni hiç de iyi hissettirmemişti. Duygularıma anlam veremiyordum. Kabullenmiştim, ona aşıktım fakat onu görememek daha farklı bir duygu içine sürüklüyordu beni.
Bu yüzden araştırmaya karar vermiştim. Ardımda bıraktığım iki buçuk saat sonunda ise nihayet durumumu açıklayan bir kelime bulmuştum.
Fernweh.
Almanca bir kelimeydi. İlk bakışta memlekete duyulan hasret gibi algılansa da, aslında daha önce hiç gidilmemiş bir yere duyulan hasret demekti. Ya da benim bir çıkış kapısı bulmam gerektiği için, öyle anlamak istemiştim.
Yine de bir bakıma doğruydu. Yoongi'ye hiç gitmemiş, hiçbir karışını ezberleyememiştim fakat onu özlüyordum. Onu öyle bir özlüyordum ki, hiçbir şey yapmak için keyfim olmuyordu. Elinin varlığını sürekli omzumda hissetmeyi, ayakkabılarımızın ucunun tekrar birbirine değecek kadar yakın olmamızı ve oldukça erkeksi olan kokusunu yeniden solumayı çok, ama çok istiyordum.
Fakat şimdilik, onu uzaktan görmek bile bana yetecekti. Ne yazık ki, sanki o da bunu biliyormuş gibi varlığından mahrum ediyordu beni. Farkında ya da değil, en büyük cezamı çekiyordum.
"Hey, yine buz prensi mi arıyorsun?"
"Küçük Prens," diye düzelttim Felix'i.
"Aman ya, her neyse işte. Jongin nerede?"
"Buraya gelmek üzeredir, Tae nerede?"
Omuz silkti. "O da gelmek üzeredir. Bize bir sürprizi varmış."
Kollarımı bedenime sardım. "Neden korkuyorum?"
"Konu Taehyung kardeşim, inan ben de korkuyorum."
Birbirimize tereddütlü bakışlar atarken ileriden oldukça yorgun adımlarla bize doğru gelmeye çalışan Jongin'i gördük. Her zamanki haliydi. Saçlarının uçları ıslak, adım atacak hali yok ama yine de mutlu. Kocaman gülümseyerek ikimizin de omzunu sıktı.
"Keyifler nasıl?"
"Biz iyiyiz de, sen çok yoruyorsun kendini Jongin. Bu kadar çalışman şart mı?"
"Bölüm birinciliği için evet. Gururum gibi bir şey oldu. Tekrar onun birinci olmasını kaldıramam."
"Haklı," dedi Felix. "Sehun'un böbürlenmesini izlemek hepimiz için cehennem azabı gibi olur. Emin ol."
Kafamı sallayıp söylediklerini onaylarken duyduğum ıslık sesiyle önce Felix'e, sonra da baktığı yöne döndüm.
"Hasiktir," dedi Jongin. "Şu bize doğru gelen Taehyung mu?"
Hiçbir tepki veremediğim birkaç saniye sonunda dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Taehyung parlak kırmızı saçları ve değiştirdiği giyim tarzıyla bize doğru geliyordu.
Death metal tişörtlerinden birini giymişti ve onun üstünde de beyaz bomber ceketi vardı. Dar siyah kotu ve saçlarını ortadan ayırıp altına taktığı bandanasını saymıyorum bile. Harika görünüyordu.
Neredeyse tüm kampüsün gözü onun üstündeydi fakat o bir kere bile etrafına bakmıyor, yüzünde onu olduğundan da havalı gösteren bir gülümsemeyle bize doğru yürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bite the Bullet | yoonkook
FanfictionJungkook yalnızca olmaması gereken birine aşık olmuş, bu sayede fazlaca büyüyüp değişmişti. Belki de Osho'nun dediği doğruydu; Sen dünyasın; o yüzden sen değişirsen, dünya değişir.