Kina - Get You the Moon
Kaç hafta olmuştu? Bir mi? Hayır iki. Bilmiyorum, belki daha fazla. Muhtemelen daha fazla çünkü Aralık ayına girmiş, artık güneş namına hiçbir şey göremez olmuştuk. Fakat düşününce, güneşi cildimde hissedebilme şansım olsaydı bile bunu değerlendiremeyecek kadar karamsardım şu sıralar.
Aşka, aşkın tanımına, hissedilen o coşkulu duygu seline fena kafayı takmıştım. Önce bilimsel olarak araştırmaya başladım çünkü bir bakıma akla en yatkın olanı bilimsel veriler oluşturuyordu. Buna rağmen araştırdıklarım beni tatmin etmedi. Bilim aşkın dopamin, noradrenalin ve serotonin adı verilen bu üç kimyasalın etkileşiminden oluştuğunu savunuyordu. Tamam bu onların gerçekliğiydi ve bana alternatif bir fikir olmuştu ama bununla yetinemeyecek kadar çok aklımı kaybetmiştim. Ben de bu yüzden psikolojik olarak araştırmaya başladım. İlk başlarda ilgimi çekse de, sonradan 'uzmanlara göre aşk öyle aniden oluşuveren bir duygu değil, ilk görüşte hissettiğiniz şey yalnızca birbirinize çekilmek' diye bir cümle öbeği okuduğumdan psikolojik açıdan da hayal kırıklığına uğramıştım.
Ben hissediyordum her şeyi. Onu otobüste gördüğüm an kalbimin atış hızından, düşündüğüm her bir ayrıntıyı ve hissettiğim tüm o duygu yoğunluğuna kadar her şeyi hâlâ hatırlıyordum. Yaşamamış olsaydım eğer belki inanabilirdim o uzmanlara ama hayır, emindim. Yoongi'ye çekilmek değildi bu çünkü o beni çekmemiş, direkt itmişti. Hiçbir şey karşılıklı değildi, o beni ne kadar istemiyorsa ben onu o kadar istiyordum. Aşktı işte bu. Bunu araştırmaya çalışmam bile saçmaydı.
Ne şekilde olursa olsun, ister bilimsel, ister psikolojik, ister sanatsal ya da felsefi anlamda, aşkı kim araştırıyor olursa olsun, ona vereceği tanım yine kendi deneyimlerinden ve öznel çıkarımlarından oluşacak bir cümle topluluğu olurdu. Bunu aşk üzerine yazılmış milyonlarca şarkının, her aşık insana aynı şekilde hitap etmediğinden bile çıkarabilirdik.
En basitinden Taehyung üzerinden düşünecek olursak, o aşık olduğunda eminim ruhu sakinleşsin diye klasik bir şeyler dinlerdi. Jongin Bruno Mars, John Legend gibi isimleri tercih ederken Felix AC/DC'den vazgeçmez, aşık olduğu insanla romantik bir akşam yemeğinde dahi arkaplanda çalsın diye Highway to Hell seçebilirdi. Ben ise tam olarak umutsuz bir vaka olduğum için Dean Lewis, Adele, Shawn Mendes falan dinliyordum. Fakat sahip olduğum yara öylesine büyüktü ki, ne dinlersem dinleyeyim kapanmıyordu.
Onu nadir de olsa görüyordum fakat yüzüme bile bakmıyordu. Küçük gözlerini ve dudak kenarlarını öyle bir özlemiştim ki, karşıma geçip ona aşık olmamın hata olduğunu söylemelerine ve beni uyarmalarına dahi razıydım. Benim için üzülmemesi gerektiğini söylediğim o akşamdan beri sanki kendi varlığını benim hayatımdan silmeye uğraşıyordu.
Şey gibiydi bu biraz, sen yapmıyorsun madem o halde senin yerine ben silerim kendimi hayatından. Fakat ne hakla? Onu karşılıksız sevmeme dahi izin vermiyordu.
İşte, Kasım ayının karamsarlığını Aralık ayına da taşıma nedenimi tüm bunların sonucunun bana kocaman bir sıfır olarak geri dönmesi olarak da görebilirdik. Yavaş fakat güçlü bir şekilde hayatımdaki her şey soluyordu sanki. Pekala, kabul ediyorum. Yoongi'ye aşık olmanın bana vereceği zararları biliyor olmama rağmen tam bir aptal aşık olup birçoğunu göz ardı etmiştim. Tavanımla uzayıp giden bakışmalar eşliğinde, kendi kendime 'en fazla ne olabilir ki?' diyordum. 'Yoongi'ye aşık olmak sana en fazla hangi açıdan zarar verir?'
Başımıza aldığımız belaları -Felix'den sonra- aza indirgeyip, kafaya takmayan bendim ve bu tutumumu ona aşık olduğumda da devam ettirmiştim fakat sonunda olmuştu işte. Sahiden sert kayaya çarpmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bite the Bullet | yoonkook
FanfictionJungkook yalnızca olmaması gereken birine aşık olmuş, bu sayede fazlaca büyüyüp değişmişti. Belki de Osho'nun dediği doğruydu; Sen dünyasın; o yüzden sen değişirsen, dünya değişir.