Justin Bieber - Die In Your Arms
Şu sıralar çok düşünüyordum.
Doğmadan önce ruhlarımızın nerede beklediğini, hangi insanların çocuğu olarak dünyaya geleceğimizin nasıl belirlendiğini, doğumu, bana bahşedilen aileyi, arkadaşlarımı, aşık olmayı, Yoongi'yi, Yoongi'yi ve Yoongi'yi.
Açıkçası elde edilemeyen bir şeyin gün geçtikçe daha çok istenmesi kuralı bana oldukça saçma gelirdi. Yani, neden benim olması imkansız olan bir şeyde takılı kalmaya devam edeyim ki? Bunun bana ne faydası olurdu? Daha da önemlisi, bu takıntı ciddi boyutlara ulaşıp saplantım haline gelirse ne yapacaktım? İşte bu yüzden, aklımı doğru düzgün kullanabildiğim ilk andan itibaren bu gibi şeylerden uzak duruyordum.
Parasını denkleştirip alamayacağım bir fotoğraf makinesi mesela, ya da elimde olan fotoğraf makinemle çekmek isteyeceğim manzaraların sahip olduğu başka dünya ülkeleri. O ülkelere gitmeyi ya da o fotoğraf makinesini almayı sahiden çok istiyordum ama kafamın içinde sürekli bunlar dönüp durmuyordu.Önceleri bununla ilgili hiçbir şey düşünmemiş olsam da, şimdi bunun nedenini anlıyor ve elde edilemeyenin peşine takılmayı mazur görüyordum.
Fotoğraf makinesi veya o manzaralara erişmeyi şimdilik düşünmeyi bırakmıştım çünkü biliyordum. Şimdi olmasa bile, ileride istediğim bu iki şeyi de elde edecektim. Demek istediğim bu ikisi benim elde edemediğim şey olmaktan çıkmış, ileride gerçekleştirmek istediğim bir hayalim haline gelmişti.
Fakat bu sefer, 21 senelik hayatımda ilk sefer, sağlam bir kayaya toslamıştım.
Onu istiyordum. Gri saçlarını okşamak, küçük gözlerinin aynı benim ona baktığım gibi, benim üzerimde oyalanmasını istiyordum. Kemikli ellerini tutmak, kokusunu ciğerlerime hapsetmek için boynunda dinlenmek istiyordum. Her zaman ifadesiz olan yüzünde, beni gördüğü zaman oluşacak ve büyük bir ihtimal kalbimi durduracak o gülümsemesini görmek, onun da kalbinin aynı benimki gibi ismim geçince dahi hızlanmaya başlamasını istiyordum. Tanrım, delirmek üzereydim fakat umrumda değildi. Onu istiyordum.
Bir saniye olsun aklımdan çıkmıyordu fakat benim onun aklına düşüş anlarımın bir saniyeyi bile kapsamadığını biliyordum. Herkes biliyordu.
İşte, yıldızlı gecenin üzerinde uzanmış bunları düşünürken odayı telefonumun zil sesi doldurduğunda, gözlerimi uzun zamandır üzerinde tuttuğum tavandan ayırdım. Komidinin üzerine uzanıp telefonu alırken kimin arayabileceği hakkında üç seçenek vardı aklımda ve biri tutmuştu. Jongin'di.
"Neredesin?"
"İyiyim be Jong, sen nasılsın?"
Ofladı. "İyi olmadığını biliyoruz geç şunları. Okula ne zaman geleceksin?"
Kolumu kaldırıp saate baktım. "Dersim ikide. Birazdan giyinip gelirim, ne oldu?"
"Hiç ya," dediğinde omuz silktiğini neredeyse görür gibi oldum. "Okulda gey olduğun konuşuluyor işte, önemli değil."
Bu sefer oflama sırası bendeydi. "Şaşırmadım, Cuma akşamı yayılmıştı zaten biliyorsun."
"Biliyorum," dedi. "Yine de avuç içlerim kaşınıyor, aşırı boş konuşuyorlar."
"Umarım yüzüme de konuşurlar."
"Bunu göreceğiz. Dersten çıktım şimdi, kantine gidiyorum. Tae ve Felix de gelir birazdan. Seni bekliyoruz o halde."
"Tamamdır, görüşürüz."
Yataktan kalkıp dolabıma adımladığımda sakinlikle giyeceklerimi seçtim. Okulda cinsel yönelimimin konuşulması canımı gram sıkmıyordu çünkü insanlar zaten her konuda konuşuyordu. Ağızlarından çıkan her lafı kafama takıp bir yerden sonra Hannah Baker gibi kasetler doldurmak işime gelmiyordu çünkü hadi ama, o mikrofonlu şeyi nereden bulacaktım? Ayrıca benim etrafımda Tony gibi bu gibi şeyleri temin edebileceğim bir arkadaşım da yoktu. Bir anda aklıma Felix'ten yardım istediğim geldi. Tanrım, kesinlikle şu dj'lerin kullandığı mikserlerden falan getirirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bite the Bullet | yoonkook
FanfictionJungkook yalnızca olmaması gereken birine aşık olmuş, bu sayede fazlaca büyüyüp değişmişti. Belki de Osho'nun dediği doğruydu; Sen dünyasın; o yüzden sen değişirsen, dünya değişir.