Normalde bölüm sayısının yanına buçuk atacaktım ama baktım bu bölüm daha uzun, kıyamadım. Siz yine de okumadıysanız bir önceki bölüme göz atın önce.
İyi okumalar 🧚🏻♀️
King Princess - 1950
Şu anı anlatmak için birçok kelime kullanabilirdim. Sayfalarca yazıp okuyabilir, olayı her açıdan ele alıp darlayana kadar konuşmaya devam edebilir ve ağdalı bir dil kullanıp beyninizi perte çıkarabilirdim fakat bunların hiçbirine gerek yoktu.
Yalnızca iki kelime bu anı öyle net anlatıyordu ki, laf kalabalığı edip hiçbirinizi bunaltmadan içinde olduğum durumu bu iki kelimeyle kolayca anlayacağınızı biliyordum.
Ve bu iki kelime ise şey... ölüm sessizliği.
Eğer en başa, kardeşlerim gelmeden hemen önceki halime gideceksek orada her şey oldukça iyiydi. Bayan Lee'nin hazırladığı inanılmaz kahvaltı masası, güzel kokular, sevdiğim adamın elimi tutup beni öpüyor olması, 'yorgunsun' ve 'rahat hareket edemiyorsun' deyip bana hiçbir şey yaptırmaması ve aslında her şey, oldukça mükemmeldi.
Fakat sonra Taehyung ve Hoseok'un ardından gelen Sehun & Jongin ikilisi ve onları takip eden Felix ile Taesun, işleri oldukça karıştırmıştı.
İlk karşılaşışımızda sorun yoktu. Birbirimizi günlerdir görmediğimiz için sıkıca sarılmış, Felix'in Hoseok üzerinden Taehyung'a sataşmasını keyifle izlemiş ve en nihayetinde birbirimize birazcık uzaktan baktığımızda en son görüşüşümüzden beri değişen ayrıntıları fark etmiştik.
İşte... Ölüm sessizliğinin patlak verdiği an, tam da bu ana denk geliyordu.
Jongin ve Felix göz kapaklarında oluşan alevlerle bir bana, bir Yoongi'ye, bir de hickey dolu boyunlarımıza bakarken ayakta kalakaldığımızda Bayan Lee'nin sevecen sesiyle masaya oturmuşsak da, o sessizlik ilk ankinden bile daha ağır bir şekilde çökmüştü üzerimize.
Ben dudaklarımı birbirine bastırarak kardeşlerime bakarken onlar dehşetle karşılık veriyor, Hoseok, Sehun ve Taesun üçlüsü ise sevişmiş olduğumuz gerçeğiyle Yoongi'ye kaş göz yapıyordu. Yoongi ise... pek umursamıyordu. Çoktan masanın ortasından gözüne kestirdiklerini tabağıma koymaya başlamış, çubukları bir türlü elime almadığım için ise onları da düzgünce parmaklarımın arasına yerleştirmişti ve işte... ölüm sessizliği buraya kadardı.
"Tamam," dedi Felix. "Şu an tam olarak n'oluyor amına koyayım?"
Taesun ve Sehun gülmemek için dişlerini sıkarken Yoongi hiç de oralı olmadan nazikçe çubuklarına aldığı yumurta rulosunu dudaklarıma uzattı. "Sevgilimi besliyorum."
"Sevgili- bir dakika..."
Jongin sanki tansiyonu düşmüş gibi elini alnına yerleştirdiğinde kaşlarımı ağlayacakmış gibi birbirine yaklaştırıp Yoongi'nin uzattığı yumurta rulosunu yedim.
Felix avuçlarını kulaklarına yaslayıp birkaç kez hızlıca pompaladıktan sonra "kulaklarımda sorun da yok," dedi. "Yine de doğru duymuş olamam."
"Neden?" Taesun'du. "Sevgilisi olduğunu söyledi, bunda inanmayacak ne var ki?"
"Bunda inanılmayacak şey Yoongi, sevgili olmalarına imkan yok."
"Uzatmaları oynuyorsun Jongin." Sehun aynı Yoongi gibi rahat bir şekilde masadan gözüne kestirdiklerini tabağına doldururken söylemişti. "Boyunlarını görmüyor musun? Çoktan sevişmişler bile."
"Tanrım..."
Ağlar gibi mırıldanıp ellerimle yüzümü kapadığımda bir el; Min Yoongi'nin kutsal elleri bileklerime tutunmuş, nazikçe onları yüzümden ayırmıştı. "Utanıyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bite the Bullet | yoonkook
FanfictionJungkook yalnızca olmaması gereken birine aşık olmuş, bu sayede fazlaca büyüyüp değişmişti. Belki de Osho'nun dediği doğruydu; Sen dünyasın; o yüzden sen değişirsen, dünya değişir.