53

609 23 2
                                    

Multi: Hazar Acar

Hava soğuktu. Rüzgar tenimi kesercesine eserken derin bir nefes aldım. Akşam olanları düşündükçe yaşadığım üzüntüyü daha da derinden hissediyordum. Nasıl bu şekilde ilerlemişti olaylar? Halbuki günüm sıkıntısız başlamıştı. İçli bir nefes aldım ve saçlarımla yüzümü kapatmaya çalıştım. Pijamalarım, montum ve alakasız spor ayakkabılarımla, Beşiktaş sahilinde yeterince dikkat çekiyorduk. Bir şekilde gizlenmeliydim.

"Sonunda bulabildim seni." Dedi bana pek de yabancı olmayan ses. İrkilerek arkama döndüğümde Hazar ile karşı karşıya kaldım. Üzerindeki lacivert montuyla öylece dikiliyor ve yorgun gözleriyle beni izliyordu.

"Burada ne işin?" dedim kabalığımı görmezden gelerek.

"Durumları düzeltmeye geldim." Dedi kuru bir sesle.

Gözlerimi devirirken, "Daha çok yokuşa süreceksin, lütfen yapma." Dedim.

Hazar sanki beni duymamış gibi yürüdü ve yanıma oturdu. Ellerini ceplerine sokarken hızlı ve kesik nefes alıp veriyordu. Ona bakmak artık suçmuş gibi geliyordu. Önceden de doğru olmadığını biliyordum ama Hazan'ın o sözlerinden sonra sadece koca bir hata oluvermişti işte.

"Bana bir de sen neler olduğunu anlat."

Ona kaçamak bir bakış attım. "Hayır." Dedim sert bir biçimde. "Konuşmak istemiyorum."

"Bu halde olma nedenin benim, İdil. İzin ver yardımcı olayım?"

"Bana cidden yardımcı olmak istiyor musun?" dedim incelen ve titreyen sesimle. Ah, hayır ağlayacaktım! Hazar, yeşil gözlerini bana diktiğinde dilim damağım kurumuş gibi hissettim.

"Evet."

"Güzel," alt dudağımı sertçe dişledim. "Hazan'ı daha fazla kaybetmememe yardımcı ol."

Dudakları aralanıp kapandı. Bir şeyler demek istedi ama doğru şeyi bulamamış gibiydi. Gözlerini benden kaçırdı ve sıkıntıyla yüzünü ovuşturdu. "Ben böyle yapacağını düşünmemiştim."

Cevap vermedim.

"Yemin ediyorum seni zora sokacak hiçbir şey söylemedim."

Ona göz ucuyla baktım. İnanmalı mıydım? Hazan bu şeyleri kendi anlamış olabilir miydi? Yoksa Hazar anlık üzüntüsünün rehavetiyle kendi mi söylemişti? Gerçi Doruk bile görebilmişken... Bir an pişmanlık havuzunun ortasına düştüm.

"Özür dilerim İdil. Sana hep istemeden zarar veriyorum değil mi?"

Yine ses çıkartmadım. Sıkıntıyla inledi ve başını geriye doğru attı.

"Bana siktir git desen her şey daha kolay olacak biliyorsun değil mi?"

Başımı iki yana salladım. Öyle olduğunu biliyordum ama bir yanım ondan kopma fikriyle kıvranıyordu. Ben ondan kopmak istemiyordum ki... Ayrıca Hazan'ı da kaybetmek istemiyordum. Her ne kadar bugün dedikleri beni yaralasa da... Bir noktada haklıydı. Ona yalan söylemiştim, söylemiştik.

"Ne yapmayı planlıyorsun?" dedi bana tamamen döndüğünde. Soğuk yüzümü keserken gözlerimi kıstım.

"Bugün aşırı sinirliydi ve daha fazla kötü şey söylemeden evden çıktım. Ayrıca... Nasıl buldun beni?"

Diliyle dudaklarını ıslattı. "Doruk beni aradı ve ikinizin kavga ettiğini söyledi. Senin yanında olmam gerektiğine dair bir şeyler söyledi ama mevzu onun söylemesi değil benim istememdi."

Kalbim boğazıma doğru yavaş yavaş tırmandı. Zaten Hazar da devam etti. "Sonra Beşiktaş'a gelirken senin nerede olduğunu bilebilecek birini düşündüm." Dedi ve duraksadı.

"Bora..." dedim fısıltıyla karışık bir biçimde. Hazar başını ağır ağır salladı.

"Bundan çok hoşnut olmasam da ona Instagram üzerinden mesaj attım ve seni nerede bulup bulamayacağımı sordum. Sonra o da böyle durumlarda kendini sahile attığını söyledi. Tamam mı? Soruların bitti mi?"

Tepki veremedim. O an kendi dertlerimi unutup Bora'nın düştüğü duruma yandım. Hazar'ı biliyordu ve yine de ona yardımcı oluyordu. Bu adamın nasıl bir kalbi vardı?

"İdil ne yapacağız şimdi?" dedi Hazar sorusunu yenileyerek. Ona anlamsız bir şekilde bakarken beynim kelimeleri toplamakta zorlanıyordu.

"Bilmiyorum..."

"Eve bırakmamı ister misin?"

"Saçmalama!" dedim yerimden sıçrarcasına. "Hazan ile bugün aynı eve giremem."

"O zaman ne yapacaksın?"

"Otelde falan kalırım..." dedim gözlerimi kaçırarak. Çünkü kalabileceğim herhangi bir arkadaşım yoktu. Ne acı değil mi?

"Saçmalama." Hazar'ın sesi bıçak kadar keskindi. "Eve götüreyim hadi. Hem Hazan ile ben konuşacağım."

"Bugün değil." Dedim hızla ona dönerken. "Bugün üzerine daha fazla gitmeyelim. Onu temelli kaybedebilirim."

"İdil... Burada suçlu olan o."

"Hayır, benim." Dedim inatla. "Ona yalan söyledim. Onu göz göre göre ayakta uyuttum."

"Ne yaparak?" dedi kaşlarını çatarken. "Sen Hazan'a neler yapmışsın ya..."

"Seni gizledim Hazar. Sana olan duygularımı gizledim. Senin dertlerini gizledim. Begüm ile olan ayrılığını gizledim. O da..."

"Sen, benim için sustun."

"Hayır," dedim onu bölerek. "Ben korkumdan sustum."

"Neden korktun İdil?" dedi ilgili bir sesle. Sesinde şefkat vardı ve bu duygu beni saniye saniye öldürüyordu.

"Ben..." bir hıçkırık yükseldi dudaklarımdan. Hayır, içimde patlamaya hazır bir volkan vardı. "Ben..." daha fazla devam edemedim ve ağlamaya başladım. Kendime bile itiraf edemediğim şeyleri Hazar'a nasıl söyleyebilirdim ki? Ben öyle biri değildim. Ben o kadar olgun biri değildim.

"Şşşh," Hazar, ben içimdeki kırıkları dışarı dökerek ağlarken bana yaklaştı ve kollarının arasına aldı. Onun sıcaklığı bana iyi gelmedi. Aksine daha şiddetli ağlamama neden oldu. O beni sardıkça ben de daha çok ağladım.

Hıçkırıklarım yerini iç çekişlere bıraktığında yüzüm hala Hazar'ın göğsüne gömülü haldeydi. Kalp kırıklıklarım ruhuma batıyordu ama bir şekilde sakinleştim.

"Gidelim mi?" dedi kadifemsi sesiyle. Ondan uzak durmam gerektiğini fark etmeme rağmen karşı çıkmadım ve ne istiyorsa onu yapmasına izin verdim.

Toparlandık ve ağır adımlarla yürüdük. Tahminen arabasına doğru yürüyorduk. Beni her ne kadar eve götürmesini istemesem de dediği gibi başka şansımın olmadığının farkındaydım. Otel işi hayalden ibaretti çünkü çıkarken cüzdanımı falan almamıştım.

Arabaya bindiğimizde sessizliğimizi koruduk. Ben burnumu çekerken kemerimi bağladım ve başımı arkaya yaslayıp Hazar'a döndüm. Nedensizce ona bakarak kafamı dağıtmaya çalıştım.

Hazar arabayı çalıştırdı ve yola koyuldu. Bana bakmasa da; onu izlediğimi bildiğini biliyordum. Bir kez daha burnumu çekip yola baktığımda boğaz köprüsünün girişinde olduğumuzu gördüm. Kaşlarım çatılırken hızlıca yerimden toparlandım. Boğazımdaki pürüzlü tabakaya aldırmadan konuştum.

"Nereye gidiyoruz?" derken bile cevabı içten içe biliyordum.

Hazar bana göz ucuyla baktı ve şefkatli sayılabilecek bir biçimde gülümsedi. "Tuzla'ya."

Ben acılarımın mimarından kaçmaya çalıştıkça daha da yakınlaşıyorduk. Bu... Kaderin yüzüme gülmesi miydi yoksa beni nakavt etmeden önceki son raundu muydu emin değildim. Tek bildiğim; ne yaparsam yapayım Hazar'dan kaçamadığımdı.  

AYNI KIYIDAN BAKALIM [ TAMAMLANDI ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin