Bölüm 3: İllüzyon

3.6K 249 29
                                    


İthaf: jikookshipper95
Tam tempo okumalar!

*

"Hadi, Bella. İlk günden okula geç kalmak mı istiyorsun?"

Pardon, duyamadım? Okula geç kalmak mı?

Yavaşca tek gözümü aralayıp büyükbabamın bir zebani gibi başımda dikilişine baktım. Ardından gözlerim hemen arkasındaki komodinde duran mavi çalat saate kaydı. Saat 7.00'mı? Ve siz hâlâ okula geç kalmaktan mı bahsediyorsunuz?

"Büyükbaba, daha okulun başlamasına bir saat var. Bırak da uyuyayım." Büyükbabamın dudaklarından neşeli bir kıkırtı duyuldu.

"Burada Londra da ki gibi geç saatte başlamıyor okullar. On beş dakika sonra ders baişlayacak, hızlı olsan iyi edersin."

On beş dakika mı?

Hızla kendimi yataktan dışarı atarken kulaklarım on beş dakika kelimesiyle çınlıyordu. Madem on beş dakika var, neden daha önceden uyandırmıyorsunuz beni, Tanrı âşkına?

Önce yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra benim için bırakılan okul formasını üstüme geçirdim. Eteğim biraz kısa ve gömleğim de boldu. Elbette bunları şikayet edemezdim, büyükbabam benim bedenlerimi nereden bilebilirdi ki?

Siyah düz saçlarım taramama gerek kalmadan gayet toplu duruyorlardı. Onlara hiç dokunmadan serbest bıraktım. Aslında düzgün bir fiziğim ve güzel denecek bir yüze sahiptim. Yüzüm yumurta şeklindeydi, dudaklarım dolgun ve kirpiklerim uzundu. Küçük bir burna sahiptim ve çok şirin duruyordu.

Uzun boylu olmamsa ayrı bir avantajdı.

Kırmızı spor ayakkabılarımı ayağıma geçirip büyükbabamı beklemeye başladım. Beni okulun girişine kadar bırakacaktı. Yolu öğrenene kadar da bu devam edecekti.

Büyükbabamın, Alacakaranlık'taki Bella'nın ki gibi kırmızı bir hurda kamyoneti vardı. Arkaya bir sürü gereksiz eşya fırlatılmışa benziyordu ama şirindi.

Gündüz gözüyle kasaba daha güzeldi. Pek çok iki katlı müstakil evler vardı ve bizimkisi sonuncuydu. Tüm evlerin ahşaptan yapılması kasabaya farklı bir detay katıyordu, evlerin bahçelerinin şirinliği ise cabası.

Büyükbabam okulda pek çok anlayışlı öğretmen olduğunu, yeni arkadaşlıklar edinmemi ve yeni yuvamı sevmeye çalışmamı söyleyip beni çokta büyük sayılmayacak okulun bahçesinde bırakıp gitmişti. Londra'daki okulumla kıyaslanırsa bir kulübe bile olabilirdi ama burayı sevmeliydim. Buna mecburdum çünkü bunu ben istemiştim.

Okul zaten görünüşünden de anlaşılacağı üzere çok kalabalık değildi. Hatta üçüncü sınıflar iki sınıftan ibaretti. Benim sınıfım ve başka bir tane.

Sınıfımı bulup içeri girdiğimde bir anda tüm bakışlar bana dönüp aradaki fısıldaşmalar başladı. Eh, kasabanın en huysuz adamının yeni gelen torunu olmak kolay değidi.

Saçımda, ayakkabılarımda, çantamda dolaşan bakışlara aldırmadan kendime boş bir sıra buldum. Ah, Tanrım! Bu okul sene başlamadan cidden hiç temizlenmiyor muydu? Üstelik bu tahta sıralar da neyin nesi? Bunların ne çanta kancaları var ne de sıra altları.

Sırayla bakışmama bir son verip çantamdan bir ıslak mendil ve ardından kuru peçete çıkardım. Islak mendille oturacağım ve kollarımı koyup yazı yazacağım sırayı güzelce silip kuruladım. Kesinlikle etrafımdaki yüz bin mikrop sayısını doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuza indirmiştim.

İMGE - IHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin