<< Bölümü media daki şarkıyla okumanız şiddetle tavsiyemdir~ >>
Soluksuz bir şekilde koşuyordu adam. Bir ağacın korumasında çömeldi bir anlığına. Başıyka etrafını izlemeye başladı. Karanlık gözlerine doluşuyordu sanki. Yönünü tayin edebilmek için yıldızlara bakmak istedi ama ağaçlar görüşünü engelliyordu. Alnındaki teri sildi elinin tersiyle. Boğazı kurumuştu. Yaklaşan sesleri duyduğunda , bir gayret yeniden ayaklandı.
<< ~~~~~ >>
Gece yarısının geçmiş ama hala gelmemişti Esved. Lumina sıkıntılı adımlarla bir kez daha adımladı salonu… Kaç adımdı sahi yerdeki halı? Sıkıntıyla cevap verdi iç sesi: “32”. Kollarını bedenine sarıp camın önüne doğru yürümeye başladı. Şehrin ışıkları bir yanıp bir sönüyor, gecenin karanlığına meydan okuyordu.
İçindeki sıkıntı büyürken derin nefesler aldı. Elleri titremeye başlamıştı. Bu gün kafedeki hali geldi gözlerinin önüne. Bir derdi vardı ama anlatmıyordu işte ona. Esved’e yanaşmaya çalıştıkça çarptığı duvarlar artık gönlünün kollarında morluklar bırakmaya başlamıştı. En yakın oldukları anda bile tam olarak kendisini açamıyordu Esved. Hep karanlıklarda kalan bir yüzü vardı.
Lumina’nın içindeki ışık daha ne kadar yanabilirdi esen rüzgarların önünde. Esved, onu böyle ittirirken, minik bedeni sarsıntılar içinde kalıyordu. Kalbi bu adamı çok seviyordu ama benliği onun tarafından tutulduğu bu hapse isyan ediyordu içten içe. Özgürlük istiyordu Lumina, adı Esved olan sonsuz bir özgürlük.
“Daha ne yapabilirim ki?!” diye isyan etti benliği, beyaz bir odada üstü başı yırtık, bir köşeye sinmiş, büyümüş gözlerle. “Daha fazla ne kadar kendimden vazgeçebilirim?!”. “Esved için daha ne kadar fazla yara alabilirim?!” diye sordu sonra ellerindeki çizikleri gösterirken.
Ama Lumina’nın verecek bir cevabı yoktu. Kalbine söz geçiremediği için, benliğini bir odaya kapatmış, gün ışığına hasret bırakmıştı. Acaba içinden bir yerlerden gelen küf kokusu muydu hissettiği; suya düşen umutlarının, içindeki nehirde biriktirdikleri tortulardan yükselen…
Esved, kadınını izliyordu. Geleli dakikalar geçmişti ama o Lumina’yı gördüğü yerde çakılı kalmıştı. Karısı kollarıyla bedenini sarmış, üzerindeki beyaz tülden gecelikle, yönünü kaybetmiş bir meleğe benziyordu. Ki bu benzetme tam da Lumina’yı anlatıyordu zaten. Yolunu kaybetmişti karısı, onun yüzünden. Onun minik ayakları, beyaz mermerler, sıcak parkeler, pamuklar içinde gezmek için yaratılmışken, Esved kendi taşlı tozlu yollarına sürüklemişti ahusunu.
Bir meleği daha elleriyle solduruyordu işte. Efsun gibi onun da yaşam sevincini emiyordu. İşin ironisi Efsun bir nefeslik anda kurtulmuştu elinden ama Lumina, nefes aldığı her an Esved’in karanlığında boğulacaktı. Yumruklarını sıktı Esved. Elinden gelse kendisini ölene kadar pataklardı. Şimdi gidip intihar etse, toprak bir kez daha kabul etmeyecekti onu, biliyordu. Senelerce defalarca denemişti ölmeyi ama cezası bitmediğinden olacak, bir türlü ölememişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESVED
AdventureEsved; Karanlıkla sarılmış bir adam.... Lumina; Işığın içindeki parıltılar kadar saf bir kadın.. Hak etmediği birşeye el uzatmak bütün dinlerin ortak günahıyken.. Cehenneme birinci sınıf bileti olan bir adam bunu umursar mıydı? Umursamadı Esved...