Sever insan, kalbinin ritmi değişir aşk kanına işledikçe. Ömrüne yazılan her bir satırda, farklılaşır yaratılışı. Sever insan, güzelleşir insanlığı. Acı çeker belki ama o acıyla daha farklı bir yer olur dünya. Renklerin gerçek mahiyetine varır aşık. Mavi de sevdiğini, kırmızıda sevdiğini ve dahi beyazda yine sevdiğini görür. Aşk ile dünyanın perdesi aralanıp, hakikatin etekleri ortaya çıkar altın parıltılarla.
Adam, dizlerinin üzerine yatırmıştı başını. Sarı saçları okşuyordu tenini, kokusu doluyordu ruhuna. Adam, aldığı her nefesini, kadının bedenine bağışlıyordu bilerek. Evet bilerek, bütün eylemleri insanlık kadar eski bir oyunun hamleleriydi. Adam, hükmünü yazıyordu her bir parmağının ucuyla, kadının ömrüne. Kadın, irkiliyordu ruhuna çarpan her bir yağmur tanesiyle.
Ellerini iki yanına yumruk yapmıştı Sophia. Hain parmakları adamın teninin hasretiyle çığlık çığlığa bağırıyordu fütursuzca. Karıncalanıyordu gönlü adamın sarı başaklarının gölgesine sığınmış. Bedeni bir olmak için, parmaklıklarını sallıyordu hırsla. Ne hale gelmişti böyle? Neydi bu hal başındaki. Bir ter damlası süzüldü alnından.
Ne geceler yaşamıştı, genç yaşına rağmen ama bu gece benzemiyordu hiçbirisine. Diğer geceler ne kadar bulutluysa, bu gece o kadar açıktı gönlünün seması. Her bir anını kaydediyordu sinsi belleği, parlak neonlu ekranlara. Adamı, kadının eceli yazıyordu kirpiklerine tutunmuş kuşlar.
Mansur, annesinin dizlerinden sonra, bulduğu en sakin limanda iliştirmişti başını. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu göz kapaklarının ardında. İçinden, hüzzam şarkılar geçiyordu ya diğer günlerde, bu gece inadına nihavenddi içinin ezgileri. Bütün terk edilmişlikleri engin okyanusların, buz gibi sularında yıkanıyordu.
Ah bir de parmakları dolaşsa saçlarının arasında, Mansur’un en kadim yarası biraz olsun soğusa…
Aradan geçen nice zamandan sonra, kapının çalınmasıyla gözlerini açtı Mansur. Ayaklanıp kadının yanına oturdu. Kızın yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Nedense hoşuna gitti bu. Parmaklarıyla, tenini selamladı bir kez daha. Aklına yeni gelmişti. Adını bilmiyordu bu maralın.
“Adın ne?”
Sahi adı neydi? Kimdi kadın? Nerede yaşamıştı bunca yıl? Adamın dizlerinde geçirdiği her an için bir yıl silinmişti sanki hafızasından. Nerede olduğunu, kim olduğunu bile unutmuştu kadın. Başını salladı bir iki kere ve gözlerini adamın ormanlarından çekti. Umut ekiyordu adamın gözlerinde ki dallar yüreğine.
“Sophia…”
“Sophia…”
Ağzının içinde yaya yaya tekrarladı ismini Mansur. Dilinde, kırık bir türkünün notalarının tadı kalmıştı. Adı gibi güzeldi kadın ya da adı daha bir güzeldi kadın yüzünden. Karar veremedi o an.
Kapı cevap gelmesini beklemeden çalındığında, ikisi de dikkatlerini o tarafa çevirdi. Kapıda gözüken, sert bakışlı adamın gözleri deyince yüzüne, sopa yutmuş gibi ayağa fırladı kadın. Mansur, Sophia’nın bu tepkisinden hoşlanmamıştı. Oturduğu yere biraz daha yerleşip gözlerini dikti karşısında ki adama.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESVED
AventuraEsved; Karanlıkla sarılmış bir adam.... Lumina; Işığın içindeki parıltılar kadar saf bir kadın.. Hak etmediği birşeye el uzatmak bütün dinlerin ortak günahıyken.. Cehenneme birinci sınıf bileti olan bir adam bunu umursar mıydı? Umursamadı Esved...