İçinde sevinç olan günler daha hızlı geçermiş… Mutluluğu bir kez tattığında damağında nazlanan o his için müptela olurmuş insanlar… Bir ahunun nefesiyle, bir evladın güveninden yeniden dirilirmiş en yıkık dökük beden. Hayat illa ki devam edermiş…
Esved evinin bahçesinde gündoğumunun tadını çıkarırken, içinden geçen hisleri tarif etmeye hiçbir lisanın yetmeyeceğini düşünüyordu. Mutluluk kelimesi o kadar az kalıyordu ki hissettikleri karşısında. Evet mutluydu Esved ama bununla birlikte bir çok başka durumdaydı. Sabahları uykudan uyanırken yaşadığı ataklar yavaş yavaş azalmıştı zaman içinde. Artık her gözlerini açtığında, bütün sevdiklerinin kaybolacağı korkusuyla uyanmıyordu.
Çok zor zamanlar yaşamıştı bu dönemde, bedeni, duyguları her an tetikte geçen o günlerden sonra bu yeni hayatına adapte olmakta oldukça zorlanmıştı. Ama insan her şeye alışırdı ya o da alışmıştı işte ömrünün bahar mevsimine. İçinde Zeki Müren şarkıları çalıyordu sürekli. Gönlünün pembe panjurlu evinde, cumbalı pencerelerden göz süzüyordu Türkan Şoray, yoldan geçen Kartal Tibet’e….
Adım sesleri yaklaşırken kim olduğunu anlayan Esved yanındaki termostan bir bardak kahve daha doldurdu. Mansur… Ömrünün çocuk yanı gelmişti. Yanındaki koltuğa oturan adama dönüp bir tebessüm eşliğinde uzattı elindeki dumanı tüten kahveyi. Mansur dudağında kırık bir tebessümle dudaklarına götürdü kokusunda sevdiğini sakladığı bardağı.
İki can yoldaşı, iki eksik, kırık adam yan yana oturup Yaradan’ın en büyük şaheserlerinden birini izledi hiç konuşmadan. Ya da konuşmadan anlaşarak. Mansur Esved’in bedenine akarken Esved Mansur’dan taşardı her zaman. Hep merak etmişlerdi, kaderlerini bir arada yazan o gücün rahmetini üzerlerine çeken şeyin ne olduğunu. Belki de yavrularını geride bırakırken arşa tırmanan iki annenin duasıydı onları yan yana yazan… Kim bilir?
Derin bir nefes alıp kendisinden bile saklayarak fısıldadı ruhunun sol yanına Mansur;
“Çok yoruldum be Esved…”
Esved’in bardağı tutan parmakları kasıldı bir anlığına, genellikle bunalan yıkılan dağılan o olurdu ve Mansur onu hep yerden kaldırırdı. Şimdi kardeşi belki de hayatında ilk kez yoruldum diyordu. Mansur gibi bir ruh yoruldum diyorsa, dağların yerinden oynaması yakındı. Göklerde süzülen kartallar asla yere inmeyecek demekti Mansur’un yorulması demek. Çınarlar köklerini söküp göç etmeye hazırdı neredeyse…
“Esved, Ben sadece Sophia’nın olmak istiyorum artık. Gönlüme bir merhem sürülsün, canıma can katılsın, ruhuma bir damla huzur ulaşsın istiyorum. Yorumdum…”
İç çekişine eş zamanlı konuşmaya başladı Esved;
“Hekimoğlu… Sen yorulursan, bizi kim toplar? Sen yorulursan Lara’nın yetim yanlarını kim okşar. Sen yorulursan benim eksik yanlarımı kim yamar elindeki merhemle… Sen yorulursan biz domino taşları gibi yerle yeksan oluruz be Mansur…”
Adam orman gözlerini ufka dikti. İçinde ateşler yanıyordu. Elleri gözleri alev almış yanıyordu ama közleri içine akıyordu sürekli. Annesinin kokusundan sonra en çok hasret kaldığı şeydi Sofia’nın onu saran kolları. Bunca yoldan bunca kayıptan sonra dizlerinde derman kalmamıştı artık. Mansur, olduğu yerde kalmak istiyordu belki de yüzyıllar boyunca.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESVED
AventuraEsved; Karanlıkla sarılmış bir adam.... Lumina; Işığın içindeki parıltılar kadar saf bir kadın.. Hak etmediği birşeye el uzatmak bütün dinlerin ortak günahıyken.. Cehenneme birinci sınıf bileti olan bir adam bunu umursar mıydı? Umursamadı Esved...