Sevdanın günleri çoğalınca safran rengi sabahlar yaşanırmış insanın ömründe. Güneş daha bir parlarmış bu gündüzlerde ve rüzgâr illaki sam yeli esermiş. Pamuklara sarılmış kaderler yan yana dizildiğinde inciler parıldarmış bakanların gözlerinde...
"Sen,
Ey gün güzeli,
Akarken gönlümün kırıklarının arasından,
Hangi ahın karşılığıydı seni kaderime yazan?"
Esved, ahusunu kollarının arasına almış, güneşin doğuşunu izlerken bir yandan da kulağına fısıldıyordu usulca;
"Sen,
Ey gece düşü,
Parmaklarındaki şefkatle yamarken ruhumun deliklerini,
Hangi kışın baharıydı seni ömrüme yazan?"
Nefesinin güneş ışığı altında altın gibi parlayan saçlarını okşadı usulca. Kollarının arasındaki kadın titriyordu tatlı tatlı. Tatlıydı bu titreyişler çünkü, Esved biliyordu ki her bir sallanışı bedeninin aşktandı. Minik elini elinin üzerine yaslayıp gün ışığına doğru kaldırdı. Bir olacaklardı ömürlerinin sonuna kadar onlar. Parmaklarının arasından sızabilecek tek şey güneş ışıkları olacaktı.
"Sen,
Ey gün doğumu,
Güneş, saçının telinden doğarken günüme,
Hangi yitiğin diyetiydi seni kalbime yazan?"
Lumina, titriyordu aşktan. Yılların ardından her gün doğumunu sevdiğiyle selamladığında, kalbi duracak sanıyordu. Bu kadar mutluluk bünyesine zarar verecek, bu kadar tamamlanmışlık dengesini altüst edecek diye endişeleniyordu. Bu adam, bu kömür karası gözleriyle aşk yangınları çıkaran adam, kalbinin durmasına neden olacaktı sonunda.
Bir kadın, eğer sevilmezse dengi tarafından eksik kalırmış ömrü boyunca. Esved'le karşılaştığı an ömrüne çalınan gözlerinin karasını, bu nedenle baş üstüne koymuştu Lumina. Daha ilk buluştuğunda gözleri anlamıştı bu adamın ruhunun eksik yanı olduğunu. Aklı idrak edememişti ama kalbi ilk salisede tanımıştı eşini. Yaradan, ezelde yazmıştı onları birbirine.
Yerinden ne kadar memnun olsa da usulca yüzünü çevirdi aşık olduğu adama. Bacaklarını belinin iki yanına sarkıtıp iyice yerleşti bir kedi misali adamın kucağına. İki gözüne birer aşk mührü kondurduğunda, adam derin bir iç çekti. Kolları belini daha bir sıkı sarmıştı anında.
"Sen,
Ey kömür gözlü,
Bedenimin her zerresi senin adınla çağlarken,
Hangi duamın karşılığıydı seni avuçlarıma yazan?"
İki sevdalı birbirlerinin gözlerinden içtiler aşk şerbetini bir süre. Kifayetsiz kelimelere ihtiyaçları yoktu o anda. Gözleri, kalpleri, ruhları konuşuyordu bin yıllık bir lisanda. Aşk lisanında...
"Anne! Senin benim yeyimde ne işin var ama! Babamın kucağı benim!"
Efsun'un paytak adımları ve mahmur gözlerine inat çıkan keskin sesiyle pembe bulutlar terk etti iki aşığın etrafını ama bu sefer bembeyaz bir tül gerilmişti üzerlerine. Bir erkek ve bir kadın için aşık olmaktan sonra olabilecek en mükemmel mevkidelerdi o anda. Lumina, kıkırtılar eşliğinde uzaklaştı kucağından Esved'in.
Efsun, annesine işaret parmağını sallayıp kuruluverdi babasının kucağına. Minik burnunu boynuna gömdüğünde, Esved'in sırtından soğuk terler boşaldı bir an. Ne zaman o minik burun boynuna gömülse, Esved'in içinden kadim ordular geçiyordu. Bir öpücük kondurdu kızının saçlarına ve o anda haylaz bir damlanın dökülmesine engel olamadı gözlerinden. Ama hemen toparladı kendisini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESVED
AdventureEsved; Karanlıkla sarılmış bir adam.... Lumina; Işığın içindeki parıltılar kadar saf bir kadın.. Hak etmediği birşeye el uzatmak bütün dinlerin ortak günahıyken.. Cehenneme birinci sınıf bileti olan bir adam bunu umursar mıydı? Umursamadı Esved...