Bir ay sonra…
Yeni bir krizi henüz atlatmış elini kaldırmaktan aciz bir şekilde yatağında yatıyordu Esved… Buz kesmiş bedeni yavaş yavaş ısınırken titremeleri terk ediyordu vücudunu. Bir aydır her gün en az iki kere geliyordu bu krizler… Sadece son hafta günde tek sefere inmişti. Doktor tedavinin çok iyi gittiğini kısa sürede krizlerden tamamen kurtulacağını söyleyip dursa da Esved hastaneden çıkmaya o kadar da istekli değildi.
Düşünüyordu… Bu hastane odasında Mansur da yanında yokken yapılacak başka bir şey yoktu zaten. İlk günler kitap okumaya çalışmıştı ama beyni isyan etmişti okumaya çalıştığı her kelimede… Düşünmek… İnsanın doğumla beraber edindiği bu yeteneği en büyük cezası olabilir miydi? Evet…
Haylaz düşünceleri ne zaman dolaşmaya başlasa etrafta tek bir öznesi vardı kurdukları cümlelerin ; Lumina…
Tam bir aydır o da gelmiyordu artık. Mansur’a sormamıştı hiç ama biliyordu. O yakınlardayken hissettiği o ürperme hiç uğramamıştı yanına. “Böylesi daha iyi” dedi bir kez daha içine doğru. Daha iyiydi… Ama kimin için? Onun için olmadığı kesindi.
Bir aydır hiçbir yararını görmemişti aldığı kararın. Lumina’nın hayali bir cellat gibi ayaklarının altındaki tabureyi çekmeyi bekliyordu sürekli. En çok da kriz geçirirken zorlanıyordu. Lumina çığlıklar atıyordu zihninde o anlarda. “Öl..dür Be..ni! Öl..dür be..ni!”
“Kahretsin!” Tek bir güzel anı hatırlamak istiyordu ona dair. Geçmişe ait tek bir güzel hatıra… O kalın siyah duvarın bu güne ait tarafında ışıl ışıl parlıyordu Lumina. Ona dokunuyor. Arkasında ki yastığı düzeltmeye çalışırken cennet bahçelerinden kokular sunuyor. Yanaklarının kızarıklığına tezat daha koyu daha lacivert gülümsüyordu ona…
Ama o duvarın arkasında hep aynı sahne aynı korkulu gözler aynı soluk beyaz ten ve aynı replik… Onu son kez gördüğünde de teni aynı soluk renkteydi Lumina’nın. O yüzdendi birazda onu yanında uzaklaştırması. En büyük kabuslarında ki o kadına ne kadar da benzemişti…
Ebedi laneti kadınların dudaklarından güzelliklerini çalmak olan bir *“Ankaar” gibi o gül dudaklarından öpmüş içinde güzelliğe dair ne varsa alıp götürmüştü. Yanında kaldıkça ona dokundukça her seferinde bir güzelliğini çalacaktı ondan.
Cennet bahçesinde ki Havva’ydı şüphesiz Lumina… Ama o Adem değildi. O bahçeyi yakıp kül etmeye çalışan yılan olabilirdi ancak.
Mansur’un içeri girmesiyle kendi kendisiyle yaptığı bu konuşma yarım kalmıştı. Bu aralar en iyi sırdaşı yine kendisiydi. Mansur değil… Üzülüyordu arkadaşı. Ona bakan ormanlarında her daim bulutlar kol geziyordu. Ama yapamıyordu anlatamıyordu kimseye. Eski Esved değildi o artık. Karanlığına kimseyi ortak etmek istemiyordu.
<.<.<.<<..<<.<.<.<.<.<.<.<.
Konuşmuyordu Esved onunla… Mansur bu odadan her çıktığında biraz daha kaybediyordu arkadaşını. Son üç gündür rutine bağlamışlardı. Mansur geliyor, yanında oturuyor ve gidiyordu. İçten içe çürüyordu arkadaşı. Psikiyatristinin sözleri çalındı bir kere daha kulağına “ Esved bey kaçıyor Mansur Bey. Gözünü açtığı gerçekliği kabul edemiyor. O nedenle hatırlamayı reddediyor beyni. Bilinç altında saklamaya çalıştığı gerçekler onu daha da içine kapanık hale getiriyor.”
Esved kaçmak istiyorsa sorun yoktu ki… Eğer hatırlamak istemiyorsa hatırlamasın ne olurdu ... Yanlış olan bu sefer kaçarken onu da geride bırakıyordu Esved.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESVED
AventuraEsved; Karanlıkla sarılmış bir adam.... Lumina; Işığın içindeki parıltılar kadar saf bir kadın.. Hak etmediği birşeye el uzatmak bütün dinlerin ortak günahıyken.. Cehenneme birinci sınıf bileti olan bir adam bunu umursar mıydı? Umursamadı Esved...