Biz çabucak geldik. Yorumlar çok motive ediciydi, saklayamadım bölümü kendime <3
Keyifli okumalar :)
Şarkı: Taylor Swift - I Knew You Were Trouble
*
''Ya dayı, olacak şey değil bu istediğin!''
İki gün. Tamı tamına iki gündür belki yüz defa sarf etmiştim bu sözcükleri. Dilim bu kelimelere artık neredeyse dönmezken tahammül kotamın sonuna gelmiş olduğumu hissedebiliyordum. Hal böyle olsa da dayım benden çok daha sabırlı bir insan olacak ki, aynı sözleri defalarca kez dile getirmiş olmam onun için bir şey ifade etmiyor, kendisi hiçbir şekilde ikna olmuyordu. Oysa iki dakika sakince düşünen her insan benim bu görev için uygun olmadığımı anlardı.
Haberim dışında dahil edildiğim muhteşem planın ayrıntılarını öğrenmiştim, öğrenir öğrenmez de itiraz etmiştim. Ferit bey oğlunun özel korumaya sıcak bakmayacağını bildiği için beni oğlunun asistanı olarak yanına alacak ve böylece oğlu Sarp'ın güvenliğini sağlayacaktı. Güvenlik sağlamak veya güvenliği tehdit eden etkenleri ortadan kaldırmak kesinlikle benim işimdi, ama hedefe giden yolda maalesef görmezden gelinemeyecek bir pürüz vardı ki, o da benim bu görev için asistanlık yapacak olmamdı. Ben kimdim, asistanlık kimdi?
Dayımdan bir karşılık gelmedi. Görünen oydu ki aynı cümleyi işite işite bağışıklık kazanmış, duymazdan gelmeye başlamıştı. Elimi belime yerleştirerek bıkkın bir nefes aldım ve saçlarımı geriye atarak dayıma döndüm. Pencerenin önünde oturmuş kahvesini yudumlamaya devam ediyordu. Kendi ellerimle yaptığım bol köpüklü Türk kahvesi bile fikrini değiştirmesine yardımcı olmuyorsa, kesinlikle işim zordu.
Dayım nihayet bakışlarını bana çevirdi. Bezmiş yüz ifadem anında bir gülümsemeye dönüşürken içime ufak ufak umut kırıntıları doluşmaya başlamıştı bile. Tek dileğim bu umut ışığının boş yere yanmıyor oluşuydu.
Karşımdaki adam, hiç adeti olmasa da kahvesini höpürdetti ve sonra yüzüne benimkine benzer bir gülümseme yerleştirdi. Fincanını diğer elindeki tabağa yerleştirdi ve, ''Ellerine sağlık, kızım,'' dedi. ''Patronun da kahvesini böyle sever.''
Dayımın kendi yolundan şaşabilecek kadar yumuşadığı kanaatine vararak hızla karşısındaki koltuğa yerleştim ve başımı olumlu anlamda sallayarak, ''Afiyet olsun, dayıcığım,'' dedim. ''Kahveni böyle sevdiğini biliyorum. O yüzden öyle yaptım.''
Sözlerim dayımın tek kaşını kaldırmasına neden oldu. Ben buna bir anlam veremezken zihnimin içinde hızla hangi sözümün yanlış olduğunu aramaya başlamıştım bile. Dayım rahatça arkasına yaslandı ve, ''Ben değil,'' dedi.
Bu kez ben kaşlarımı çattım. Başımı şapşal bir şekilde yana doğru eğdim ve, ''Patronum sensin,'' diye hatırlattım.
Dudaklarımdan dökülenler dayımın kısık bir kahkaha atmasına neden oldu. İnsanların gülmesine vesile olmayı severdim, ama dayımın gülüşleri son zamanlarda benim adıma iyi sonuçlanmıyordu.
''Yeni patronunundan bahsediyorum, Defne. Sarp'ı bilirim. O da kahvesini böyle bol köpüklü sever.''
İşittiklerim hoşuma gitmedi. İçimde yanan umut ışığı sönmekte olan bir mum gibi uzatmaları oynuyordu. O minik alev sönmemek için resmen içimde can çekişiyordu. Ses tonuma hakim olmak için üstün bir çaba sarf ettim ve, ''İçsin,'' dedim. ''Bana ne. Benim patronum sensin.''
''Perde arkasında benim tabii,'' diyerek destekledi beni dayım. Ama son iki gündür alışmak üzere olduğum gibi lehime başlayan cümleler devamında mutlaka alehime dönüyordu. ''Ama pazartesi gününden itibaren görünürdeki patronun o.''