Havalar ısınmış, piknik havasına geçmiştik. Bizim için güneş demek mangal demekti çünkü. Bugün de haftasonu olduğuna göre pikniğe gidiyorduk. Ailecek değil elbette yiğitlerde geliyordu. Herkes rahat rahat giderken ben ve yiğit arabanın arkasına gönderilmiştik. Babam kavga etmemize ceza olarak bizi arkaya eşyaların oraya oturtmuştu ve hiç de konforlu değildi. Onlar önde güle güle giderken bizde arkada Matrix gibi hayatta kalmaya çalışıyorduk. Birden babam ani fren yapınca oturduğum dengesiz yerden cama doğru uçuyordum ki kendimi onun göğsünde buluvermiştim. Beni sıkıca tutup,
" ne yapıyorsun, dikkatli olsana soğan."
Ellerimle gövdesinden destek alıp ondan uzaklaştım.
" ben dikkatliyim! Dikkatsiz olan BABAM!"
Dedim yüksek sesle. Dikiz aynasından bana bakıp,
" kız şimdi geliyorum bak! Dili kaç karış bunun ya!"
" ölüyordum baba!"
Demiştim ki, Kemal amca,
" yiğit tutar seni merak etme,"
Deyince ona döndüm. Tutmuştu valla. Bu patates sağ olsun, ona bakıyordum. Ama o camdan dışarıya yine ifadesizce bakıyordu. Neden gülmüyor acaba? Hep gergin, hep elleriyle oynuyor ya da kitap okuyor.
Uzun bir yolculuğun ardından piknik alanına gelmiştik. Babamlar mangal için gitmişler annemlerde hem konuşup hemde örgü yapıyorlardı. Yusuf futbol sahasına gitmiş, Yiğit kitabına gömülmüştü. Peki? Peki benle kim oynayacak! Yiğit'e baktım, kitabından başını kaldırmaya niyeti yoktu. Zaten ondan bir şey bekleyende yoktu! Yerimden kalkıp hızlı adımlarla yürümeye başladım. Annem arkamdan bağırıp nereye gittiğimi soruyordu, sorusunu cevapsız bırakıp yürüdüm. Gelince yine yerim lafımı! Laf yemezsem olmaz. Yürüyüş yolunu yarılamış etrafta gezinen insanlara bakıyordum. Küçük bir göletin etrafında toplanmıştı insanlar, bir köşeye oturup onlara bakıyordum. Birden yanıma biri oturup,
" insanları izlemeyi severim bende,"
Dedi bir çocuk. Ne diye oturmuştu bu yanıma? İzin istedin mi? Adabı muaşeretten haberin var mı? Hangi çağın cahilisin sen! Yana kayıp sorusunu cevapsız bıraktım.
" şuradaki köpeğe bak, nasıl da sahibiyle oynuyor,"
Dediği yöne baktım, gerçekten yavru bir köpek sahibiyle deli gibi oynuyordu. Bu hayvanları nasıl böyle eğitiyorlardı acaba?
" bu arada ben yavuz,"
Deyip elini uzattı. Havadaki eline bakarken birden
" hiç memnun olmadı! Kalk sare!"
Demişti önümde dikilen Yiğit. Ona bakarken yavuz,
" sana mı sorduk şişko,"
Deyince sinirle ona baktım. Ayağa kalkıp
" muhabbetinde karakterin kadar kötü!"
Dedim ve yürümeye başladım. Edepsiz! Sen kim oluyorsun da Şişko diyorsun be! Gebertirim seni! Ah sen benim yanımda diyecektin onu! Hayır, sadece ben ona şişko derim abi! Benden başka hiç kimse! Kimse! Diyemez. Senin ağzına kürekle vurduğum gibi yere,
" yavaş yürü,"
Deyince ne kadar hızlı yürüdüğümü fark edip yavaşlamıştım. Yiğit o kadar hızlı yürüyemezdi, nefesi tıkanırdı hemen. Bir adım aramızda kalınca tekrar yürümeye başladım.
" annen yolladı, sana bakmam için."
Anladık, anladık onu canım. Yoksa sen neden benim peşimden geleceksin ki? Neden yani? Bütün gün boş boş dolaşamam, patenlerimi getirmeme müsade etselerdi, ne güzel olurdu.
" tamam gördün iyiyim. Git artık,"
" neden başka planların mı var?"
" evet, sana karşı hain planlar içindeyim!"
Dedim ama bir şey demeden yürümeye devam etti. E ben senle de uğraşamayacaksam kiminle uğraşacağım? Arkasından koşup dirseğimle dirseğine vurdum. Dil çıkarıp koşuyordum ki, birden kazağımdan tutup kendine çekti. Göbeğine gömülmüş kafamı çıkartmaya çalışıyordum, eliyle başımın üstüne bastırıp,
" al sana hain plan!"
Deyip bırakmıyordu başımı kurtarayım. Ellerimle çıkmaya çalışırken birden destek alıp kafamı geriye çektim. Beynim gördüğü görüntüye asla alışık değildi, yiğit gülüyordu. O tombul yanakları genişçe açılmış, mavi gözleri kısılmıştı. Kendimi tutamadım, onun tebessümüne karşılık verdim. Gözlerimin içine bakıyordu ki birden ensemden tutup kedi yavrusu gibi yana çekti. Elimi enseme atıp,
" ya patates! Çeksene elini!"
Ama hayır, elini çekmemişti. Annemlerin yanına kadar beni öyle sürüklemişti. Bende kendimi kurtarmayı bırakmıştım yolun yarısında, ama neden aynı şekilde tutuyordu bilmiyorum!
" geldik bıraksana!"
Dedim burnuma gelen mangal kokusuyla beynim başka bir şeye odaklanmıştı. Yine o takındığı ifadesiz suratına,
" bana da bırak soğan,"
Deyip salınca koşarak annemlerin yanına gittim. Masaya yumulup yemeğe koyulurken yanıma oturdu. Tabağındaki etleri kibarca midesine gönderirken yandan ona bakıyordum. Yemek yerken bari bir ifaden olsun be! Duyguların varmış gördük, o değilde... ne düşünüyorsun sare kendine gel! Tekrar tabağıma yönelmiştim ki sade etlerin bittiği görünce annem tabağıma but koyup,
" biraz da but ye sare!"
" aman anne! Ben bunu yiyemem! Bari etlerini ayır ne olurrrrr,"
" kız ben daha ne zamana kadar seni besleyeceğim,"
" kendin yap,"
Deyip muhabbetine dönünce bende çaresizce tabağıma bakarken Yusuf bir tane butu alıp midesine göndermişti. Pelikan mısın sen evladım, çiğnesene!
Yiğit'e dönüp,
" yiğitttt, patates. Sen yapar mısın?"
" neden?"
" lütfen! Sende benden bir şey istersin,"
Çıkarcısın sonuçta, yaparsın sen. Uyanık patates. Biraz düşündükten sonra tabağı önüne alıp etlerini ayırıp verdi. Alkışlayıp,
" teşekkür ederim patates!"
Deyip çatalı geçirdim. Bütün gün annemler temizlik yaptırmıştı. O kadar yedik eğlendik sıra bulaşık yıkama işine girince tek kalmıştım. Gerçi yiğit yardım etmişti ama yine de hepsini ben yaptım! Ben!Erkenden yine okula gitmek, hiç istemediğim ama babamın zorla götürdüğü canım okulum. Ayaklarım hep geri geri gidiyor, şükür son senem! Tabii getirirken bir güzel azar yemiştim. Ne okuyacaksın? Sorusunu ortaya atıp içinde tuttuğu bütün her şeyi üzerime atmıştı. Bende bir bölüm okumak, bir meslek erbabı olmak istiyordum ama fakat lakin, yok. Yok. Olmak istediğim bir şey yok. Rehber öğretmen bile çare bulamamıştı bana, git evine otur demişti yarım saatin sonunda çıldırttığım adam. Okulun bahçesinde Akif'i beklerken yine gıcık gülüşüyle Burcu gelmişti. Bana küçümseyen bakışlarını atarken,
" duydum ki sana uygun olan bir meslek bulunamamış. Ama şaşırmadım! Nerede görülmüş çöpün meslek olduğu!"
Deyip gidecekken saçına yapışmak için adım atmıştım ki Yiğit önüme geçmişti.
" çekil şuradan!"
" ne olacak? Saçını tutunca, boşver Sare."
" sinirim gidecek! Rahatlayacağım! Çekil!"
Dedim ama koca gövdesini ağaç gibi dikmişti önüme. Sinirim artarken Burcu kokoş arkadaşlarıyla okula girmişti bile. Sinirden gözlerim dolarken ellerimle onu itip okulun içine girdim. Elimin tersiyle akan yaşlarımı silerken, derse girmeyecektim. Alt kata inip, seminer salonuna girdim. Koltuklardan birine oturup ağladım. Bende bir şey olmak istiyordum belki ama bilmiyorum işte! İstemiyorum! Siz olun işte ne olacaksanız! Babam da diyordu işte senden bir şey olmaz diye! Olmaz işte! Olmuyor! koltuklara vurup ağlarken, birden kapının yavaşça açıldığını görünce iyice gömüldüm koltuk arasına. Kimseyi görmek istemiyorum,
" Sare! Burada olduğunu biliyorum. Hem sen nasıl burada durabiliyorsun. Fobin var senin!"
Ay annecim, haklı...! Ama hayır çıkmayacağım, işe yaramaz beş para etmez bir insanım ben. Neden umurunuzda olayım! İstemiyorum.
" fare var burada,"
Ne?! Fare mi? Hayır fare ne arasın burada!!! Olmaz. Gözlerimi silip burnumu çektim.
" sümüklü!"
Demişti beni bulan yiğit, bu çocuk girdiğim her delikte beni bulmak zorunda mı?
" git başımdan!"
Dedim ama aksine koltuklardan birine oturup, elindeki feneri yüzüme tuttu,
"Fare sensin, boşuna arama."
Kandırdı beni, bende yuttum. Bu bana fare mi dedi. Doğru fareyim ben, sadece fare. Ben ancak fare olurum. Olduğum yerden çıkmadan ağlamaya devam edince,
" bırak artık ağlamayı Sare, sen bu değilsin."
" sana ne! Fareyim ben!"
Dedim ağlamaya devam ederken. Yerinden kalkıp kolumdan tuttu. Beni kaldırıp,
" topla kendini, hemen pes mi ediyorsun! Ne oldu sana sare! Sen böyle pes etmezsin!"
Kolumu çekip, bir adım geriledim. Sinirle yüzüne bakıp,
" ama hiç biriniz ardımda durmadı. Her gün bir şey dediniz! Babam bile benden bir şey olmayacağını düşünüyor! Annem elimden bir iş gelmediğini söylüyor! Sende bana fare diyorsun!!! Fareyim ben! Fare!"
" sare onu onun için demedim ben!"
"Onun içindi! Çekil şuradan,"
" çekilemem sil şu yüzünü,"
Deyip peçete uzatınca elinden hızla alıp sildim burnumu.
" sümüklü,"
" sensin o!"
"Özüne döndün,"
Deyip en uzun konuşmalarından birini daha yaptı. Hayatımın merkezine aldığım o güzel cümleler.
" bak sare hepimiz bu hayatta bir şey, bir meslek erbabı olmak zorunda değiliz. Üniversiteye gitmeden de istediğin şeyi yapabilirsin. Sen seviyorsun hat sanatını, tezhipi bunları yaparak da gayet bir meslek erbabı olabilirsin. Sen kendine güvendiğin sürece diğerlerinin ne dediği önemli değil, anladın mı?"
Burnumu çekip, bir kez daha sildim. Bu çocuk psikolog olsa ya...
" peki ne yapmalıyım? Üniversite yok ki hayallerimde! Öyle bir niyetim de yok. Hayır zekamda yok! Hat ve tezhip... bilmiyorum. Babam kesecek beni! Bekliyor ki doktor mühendis falan olayım!"
" bu konuyu düşünürsün, çıkalım artık. Zaten kaç derse girmedik. "
Allahım şimdi bile kaçırdığı dersleri düşünüyor. Gerçekten dediklerini yapabilir miydim? Ah! Düşünmem gerek. Salondan çıkıp üst kata çıktık, yüzümü yıkamak için lavaboya gittim. Dedikleri doğru olabilirdi. Hayır doğru! Sonuçta bu çocuğun zekası belli, dersleri belli. Ben? Beni şimdi karıştırmayalım...