VE BİR BAKIŞ...

2.4K 203 89
                                    


Ben Yiğit. Yiğit Toprak. Sizlerinde bildiği gibi Soğan'ın Patatesiyim. Ben Saremin parçasıyım. Kalbimin nefesi. Ruhum. Şu ellerimin içindeki çay bardağı nasıl ısıtıyorsa ellerimi işte öyle de onu gördükçe yüreğim ısınıyor. Bizi yoldaş yapana binlerce kere elhamdulillah.

Yerimde oturmuş elimde kitabım karşımdaki kalbimden dikkatimi çekmeye çalışıyordum. Mümkün değildi elbette. O böyle karşımda otururken elime kitap almak, hadi onu geçtim dikkatle okumak gittikçe zor bir durum haline gelmişti benim için. Derin bir nefes alıp kitabı yanımdaki masanın üstüne bıraktım. Anında bana dönüp elindeki şişleri köşeye bıraktı. Gözlerinin içine bakıp,
" Dikkatim yine sizde soğan hanım,"
Deyince pırıl pırıl gözleriyle bana bakıp,
" E be patates! Bende olacak tabii dikkatin. Ben sana Ömer'in yaptıklarını anlatacaktım. Bu oğlan iyice zıvanadan çıktı. Yetişemiyorum."
" Merak etme, Faruk tutar onu. Hadi Faruk tutmadı, tutamadı biliyorsun Hafsa ensesinden tuttuğu gibi alır."
Dememle ellerini iki yana koyup,
" Bana bak Yiğit. Zaten kızımı erkek gibi yetiştirdin. Ensesinden yakaladığını kavrıyor."
"Ben ne yaptım ki? Azıcık bana çekmiş. Çok az."
" az mı? Allahım sen bana sabır ver. Bu adam delirtecek beni!"
Demiş yerinden kalkıp karşıma dikilmiş sonra yanaklarından öpüp gitmişti. En sevdiğim huyu, kızsa da ağlasa da gülse de gelip beni öper, sarılır Soğanım. Halimden çok memnunum. Yerimden kalkıp peşinden gittim, mutfağa şöyle bir uzanıp bakınca orada olmadığını anlamıştım. Zaten sesi yukardan geliyordu.

Merdivenleri çıktım, evimiz artık iki katlıydı. Genişledikçe genişlemiş bir çekirdekten ayçiçeğine dönmüştük. Mecbur bizde eve kat çıktık işte. Sayımız da beş değil yedi oldu. Bizim üçüzlerden sonra Sare'm tövbe etmişti. Haklı olarak. Ama bir baktık ki nasibi olan iki evlat daha geldi. Abdullah ve Ahmet. Biz beş karşı iki üstünlük durumunda gibi gözüküyor olabilirdik. Ama asla değildik. Bizim hanım bir bağırdı mı o aslan kesilenler kediye dönüyordu. Her gün evde çıkan eşya ve kitap atışmasından sonra delirmekle haklıydı Soğanım.

Merdivenler bitince odamıza yöneldim. Arkası dönük yine kendi kendine söyleniyordu,
" Ah patates! Ah patates! Ben sana deli gibi sevdalı olmayacaktım ki görecektin. Ama gel gör ki seviyorum işte. Patates'im benim. Canım."
" efendim,"
Dememle korkuyla sıçradı. Hızla bana dönüp,
" Ne yapıyorsun Yiğit?"
Dedi. Yanına gidip sarıldım, başının üstünden öpüp,
" Asıl ben sana sevdalıyım soğanım."
" Ben daha çok. Yıllar geçtikçe katmerleşti."
" Hayır ben daha çok. Kaç yıl oldu ki evleneli?"
"Ne demek kaç yıl oldu? Elbette 18 yıl, 8 ay, 5 gün, 3 saat."
" öh ama. Saat mi tuttun soğan hanım? O kadar bıktırdık seni?"
Dememle hızla kaldırdı başını,
" Ne bıkması Patates'im, ben her saniye için şükrediyorum. Ondan yani. Ayrıca yaptığım tek sayısal işlem bu."
" onu fark ettim."
" sevindim."
Demesiyle aniden açılan evin kapısıyla ayrıldık. Şimdi eğlence zamanı, bizim bebeler geldi. Sare beni öpüp aşağıya inerken bende arkasından gidiyordum. Hem merdivenleri iniyor hemde bizim bebelere konuşuyordu,
" Abdullah annem, o çantanı oraya koyma. Yüz milyar kere dedim ama lütfen. Hafsa'm? Kız bu halin ne?"
" hiç bana bakma anne. Faruk'u dövüyorlardı."
Demesiyle hızla elini kalbine atmıştı. Arkasına geçip onu tutarken,
" Ay, ay bu çocuklar yüzünden bir gün gideceğim. Kalbim. Ay kalbim."
Demiştik ki bizim hazırcevap Ahmet,
" Anne sende kalp yok ki."
Demesiyle hızla kendini toplayan Soğanım ayağından çıkardığı terliği Ahmet'e atmıştı. Ahmet odaya kaçarken diğerleri de usul usul dağılmışlardı. Sarem sakin olmaya çalışıp bana dönüp bakmıştı ki bende gözden kaybolmam gerektiğini anlayıp odaya geçmiştim.

Akşam olmuş, yemeklerimizi yiyip hep beraber odada oturmuş sohbet ediyorken birden Abdullah,
" Baba sizin hikaye de kaldık ya. Anlatsana orayı."
" Oğlum anlatıyorum ama anneniz sevmiyor son kısımları. Malum kişi var diye."
Faruk,
" Malum kişi Burcu mu?"
Demesiyle hızla odanın kapısında belirmişti Sare. Hepimiz korkuyla ona bakarken,
" Ben size kaç yüz kere dedim o kadının adını anmayın evimde diye."
Hafsa,
" Tamam anne sakin ol."
Ömer,
" bıçağı bırak anne."
" Ne bıçağı oğlum? Ne diyorsunuz?"
Demesiyle elindeki bıçağı fark eden Sare şaşkınca eline bakmış sonra da,
" ay ne bileyim ben ya. Refleks işte."
Abdullah,
" Ne refleksi bu anne? Kadının adını duyunca eline bıçak almışsın."
Demişti. Sare sabır çeke çeke mutfağa dönüp bıçağı bırakıp gelmiş, yanıma oturmuştu. Derin bir soluk alıp kolumu omzuna atıp kendime çektim,
" İşte o gün. Yani annenizin fenalaştığı gün apar topar annenizi hastaneye götürecektim. Hızla kucağıma alıp evden çıkınca annem yani anneanneniz üstüne hırkasını atmıştı. Neyse bir şekilde gittik işte. Elhamdulillah o günü de atlattık ama nasıl sormayın. Hastane de annenize müdahale ederken eşyalarını elime vermişlerdi. Öylece kalmıştım elimde hırkasıyla, kapı ağzında. Elimden bir şey gelmeyince o an hırkasına sarılmıştım ki cebinden düşen notu gördüm. Mavi bir zarf. Şaşkınca baktıktan sonra elime alıp açtım. Önce sinirlendim çünkü mektup Mustafa'ya aitti. Benim karıma yazmıştı ama... neyse işte."
Hafsa,
" Ne yazmıştı baba bir daha söyle."
" mektupta yazan şuydu,

Sana aşıktım. Hemde çok. Seni en sevdiğinden kaçıracak kadar çok.

Ama şimdi... yapamıyorum.
Sare, neden bu kadar çok sevdin ki Yiğit'i? Neyi vardı? Koca göbekli biriydi işte, böyle düşünüyordum ben.

Ona olan sevgini hiç anlamamıştım. Ta ki az önce ondan bahsederken gözlerinde gördüğüm şeyden sonra... vazgeçtim. Üstelik sen... sen hamilesin. Hamilesin. O canından çok sevdiğin adamdan, bir çocuğun olacak. Ama bunu bilmiyorsun. Bende bilmiyordum. Burcu söylemese bilmeyecek ve götürecektim seni. Üstelik gözlerinde her gün Yiğit'i görmeyi göze alıp, götürecektim. Ama yapamam. Deli gibi sevdiğin bu adamdan üstelik sana gösterilen onca fotoğraftan sonra bile sevdiğin adamdan vazgeçmedin...

Sevgi, neydi ben öğrendim. Teşekkür ederim.

Ve özür dilerim..."

İşte bu yazıyordu. Şokla birkaç kere daha okudum. Gerçekten hamile yazıyordu. Sonra hızla yerimden kalktım. Odaya dalıp doktoru ona iğne yaparken yakaladım. Nasıl bağırdım bilmiyorum. Korktum. Bir şey olacak diye öylesine korktum ki. Doktor hızla bana döndü. Hamile dedim. O an başka bir şey yaptı annenize. Sonra araştırmaya başladık, Can Ciğer sağ olsun. Üstüne testte yapıp, ultrasonla bakınca anladım. Bu Rabbimin bize gönderdiği bir nimet. Öylesine delirmiştim ki ne yapacağımı şaşırmıştım, anneniz uyanana kadar ağlayınca doktor sizi istemediğimi falan düşünmüştü. Sakinleştirici vermek istemişti."
Hafsa,
" Ya baba,"
" sonra uyandı anneniz. Birlikte delirdik. Birlikte ağladık. Sonra da beni dokuz ay boyunca ağlattı ananız işte."
Ömer,
" Fotoğraflar ne oldu?"
" ah o fotoğraflar! Ulan onlar yüzünden hep diken üstünde kaldım ben. Ödüm kopuyordu. Ne Fotoğrafı ama bir yandan da korkuyorum, soramıyorum."
Demiştim ki göbeğimin üstüne elini koyan Sare,
" Evet fazla korkutmuşum. Farkında değildim ama safta değildim canım! Öyle sevdalıyız dediysek boşa değildi ya! Adamın her karesi aklımda."
Abdullah,
" Nasıl yani anne?"
" Babanız anlatsın,"
Deyince yeniden devam ettim,
" Ben sormakla ölmek arasında gidip gelirken bir gün dayanamadım. Aldım karşıma. Bak hayatım, canım Soğanım dedim. Ama nasıl atıyor kalbim. Ben sana gösterdiler bilmiyorum. O fotoğraflarda ne var bilmiyorum. Ama yeminle ben seni seviyorum. Başka kimseyi değil diye kendimi yiyip bitirirken Soğanım demesin mi!"
Soğanım,
" Shop! Photoshop hepsi."
" He ben koca adam karşısında ezil büzül shop dedi. Meğer fotoğraflarla oynamışlar."
" He babanızın gülerken yanağında çıkan gamzenin yerini milimi milimine bilirim ben."
Faruk,
" Allah'ım."
Hafsa,
" Sen ne anlarsın Faruk acaba? Ya anne kardeşime duygu yüklemesi yarım kalmış resmen."
Ömer,
" Seninki tamamda ne oluyor?"
Demesiyle araya girdim,
" Hey, başladınız gene. Unutmayın birimiz olmasa hiçbirimiz olmazdık. Neyse. Benim Sarem beni bildiğinden inanmamış fotoğraflara ama bir tanesi hariç. Bir gün şirkette otururken Malum kişi mesaj attı. Yok evrak var babama vermen gereken. Neyse dedim gittim. İçeri girmeden havuzun başında bekliyordum ki birden yakamı tutup kendiyle birlikte havuza attı. Kendimi ondan koparıp başımı çıkartınca da birden gömleğime sarıldı deli kadın! En sevdiğim, Saremin aldığı gömleğimi ortadan ikiye ayırmıştı ki ona orada yapıştırmamak için kendimi zor tuttum. Hızla havuzdan çıkıp araba geçtim. Orada çekmişler işte saçma sapan şeyler. Ananız da anlamış zaten ama 'yüzündeki gülümseme dışında gerisi shop değildi' dedi. Anlattım olayı. Az kaldı doğuruyordu. İşte böyle. Bir daha sormayın valla bu sefer ben doğuracağım artık."
Dememle gülmüşlerdi. Biz gülerken ciddiyetinden ödün vermeyen Faruk,
" Her şey tamamda, neden korktun ki baba?"
" Neden olacak kaybetmekten. Sare'min gönlüne şüphe düşürmekten korktum..."

🌾

BU DA BENDEN SİZE SON BAKIŞ.

İşte böyleydi bütün mesele, sevmek.

"İnsan Ne ile Yaşar?" diye bir kitap çıkarmıştı Tolstoy. Hiç okumadım ama biliyorum ki. İnsan ne ile yaşarsa yaşasın sevgisiz yaşamışsa, yaşamamıştır.
Bir kere sevmemişse bir çiçeği, bakmamışsa gülerek bir çocuğa, bir kediye su vermemişse merhametle. İnsan ha yaşamış ha yaşamamış ne yazar...

Kitapta yaptığım yazım hatalarının, olay karmaşasının farkındayım. Hatta bir ara düzenlemeyi düşündüm ama bu haliyle sevdiğim kitabı değiştirmek istemedim. Ben bu haliyle saçma sapan ama bana en güzel haliyle bırakmayı tercih ediyor ve size verdiğim imla kuralları hatalarından dolayı özür diliyorum.

Sevgiyle ve selametle kalın.

Patates & Soğan ( İşte şimdi tamam!)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin