Erkenden kalkmanın verdiği huzursuzluk ve babamın ikazlarıyla evden çıkmıştım. Havalar soğuktu çok. Merdivenleri üçer beşer inerken yanıma şemsiyemi almadığımı hatırlamıştım. Ama şimdi o kadar merdiveni çıkamam hem geç kalıyorum zaten. Azıcık ıslanmışım çok mu be! Değil sonra bir güzel hasta olur, serumunu yersin Sare hanım. Binadan çıkıp hafif hafif yağan yağmura baktım, bu kadarcıktan ne olacak be! Lafımı ağzıma tıkan yağmur bardaktan boşanırcasına yağınca dışarı çıkıp bakakalmıştım. Koşsam daha köşeyi dönmeden her tarafım ıslanmış olurdu! Çaresizce etrafa bakarken karşı binadan çıkan patates bana bakarak
" ne oldu soğan? Hani sen korkmazdın yağmurdan!"
Sende her fırsatı değerlendir, kaçırma. Bir şeyi bile kaçırma! Hain! Çürük patates!
"Korkmuyorum!" Dedim şapkamı kafama geçirip koşmaya başladım. Sana muhtaç olmaktansa hasta olmayı göze alırım!
Okula gelmiştim, ama yanı bütün gün böyle nasıl duracağım ki! Neyse deli gibi çalıştım en azından sınava! Sınıfa girip,
" heyyy! Millet! Kaldır kafayı! Bu tarih sınavında bu kız tarih yazacak!"
Dedim saçımı hayali arkaya savunurken. Seda kalkıp,
" Anlaşılan tarih seni yazacak!"
" çünkü tarih değil edebiyat sınavı var!"
Deyip gülmüştü Akif. Ne? Ne demek edebiyat?
" şaka, şaka yapıyorsunuz!" Demiştim ki Yiğit sinsi bir gülüş atarak yerine geçti. Bittim ben, bu sınavdan düşük alırsam babam asla harçlığımı vermez ve sinema hayallerim...
" Akif, ne yapacağım ben?"
Çaresizce ona bakarken elini omzuma atıp,
" bak sana çözümü sunuyorum, Kopya!"
" bak Akif ben kopya çekmem! Sen geçen sefer bu yüzden disipline gidiyordun az daha, akıllansana artık."
" bu sefer sıkı hazırlandım! Yakalanmayacağım!"
Demişti. Onun iflah olmayacağını anlamıştım, yerime geçmek için ondan izin istedim. Patates yerinden kalkınca hızla yerime geçip defterimi çıkardım. Allahım biz ne ara bu kadar şey yazdık! Beynim bu kadar bilgiyi nasıl kaldıracak peki? Defterin sayfalarını hızla çevirirken yiğit
" yavaş ol biraz,"
" susar mısın patates! Zaten ne yapacağımı bilmiyorum. Bu sınavdan kalırsam sinema hayallerim suya düşecek!"
Demiştim hızla sayfalardaki yazıları okumaya çalışırken bir yandan da bacağımı hızla sallayıp tırnağımı yiyordum ki. Defterimi önümden alıp kendi notlarını koydu,
" Al,"
Bu şimdi yardım etme şekli mi? Yardım. Bana neden yardım etti ki? Bana yardım etmez biz ezeli düşmanız!
" neden?"
Dedim yüzüne bakıp, ifadesizce bana bakıp
" olayı dramatikleştirme, çalış. Sınava 3 saat var,"
Deyince başımı çoktan notlara gömmüştüm. Teneffüse çıkmadan, aradaki derslere katılanmadan aralıksız notlarına çalışmıştım. İnşallah! Beynime girmiştir!
Okuduklarım aklımda çok kalmasa da geçecek kadar not alacaktım. Bu bana fazlasıyla yeter, bu kız daha ne istesin ki. Şu üşümem durabilir mesela... montuma iyice sarılıp Akif in masama bıraktığı çaydan bir yudum aldım.
" teşekkür ederim Akif, içim ısındı yeminle,"
" kızım sende ne diye koşuyorsun! Yiğit'in şemsiyesi varmış neden birlikte gelmediniz?"
Deyince yandan ona bakmıştım. Bizimle hiç oralı olmuyormuş gibi elindeki kitabı okuyordu. Yiğit boş duran biri değildi eline telefonu aldığını çok az görürdüm. Omzumu silkip,
"Bana ne!"
" çocuk gibisin sare,"
Deyip üstündeki montu çıkartıp üzerime attı. Ona minnet dolu bakışlarımı atarken, yiğit
" sümüklü,"
" patates,"
" of! Sizden gına geldi! Sende iç çayını!" Dedi ve gitti Akif. Ona ters ters bakıp iyice sarıldım montlara çayımı yudumlayıp başımı diğer yöne çevirdim. Yağmur ve kar birlikte dans ediyordu sanki. Olan da yine bana olacaktı. Dışarıya dalmış izlerken aniden kapanan sınıf kapısıyla herkes dikkat kesilmişti. Şu adam bir kere, tek bir kere kapıyı kırmadan sınıfa girsin.
Selamsız başlanan dersi yarı uyanık dinleyip not tutmaya çalışmıştım. Bu hocalardan tek kelime anlamıyordum. Birde yazımın hafiften Arapçaya kayması vardı, sonra kendim bile okuyamıyordum. Sonunda ders zili çalınca hoca aniden cümlesini kesip
" benim sürem doldu. İyi günler," dedi ve çıktı. Nesin sen? Robot mu? Kurulu fırın mübarek! Yiğit ağır ağır toplanırken bende hızla çantamı toplayıp masayı itip çıktım. Akif'e montunu uzatıp
" çay ve mont için teşekkür ederim gardaşım,"
" ayıpsın, her zaman!" Deyip elini omzuma atmıştı ki yiğit
" yağmur yağıyor birlikte gidelim."
Deyince Akif beni ona itip sınıftan çıkmıştı. Bu şimdi ne böyle? Ne oluyor? Yiğit? Bir şey isteyecek! Yoksa niye bu çocuk bana yardım etsin ki! Çıkarcı dur bakalım derdi ne, başımı sallayıp önden çıktım. Okuldan çıkınca şemsiyesini açıp üzerimize tuttu. Yürüme hızlarımız neredeyse aynı olduğu için hiç sorun yaşamamıştık. Bir adım gerisinde yürüyüp iri cüssesinin altında kalıyordum. Meraktan tırnaklarımı yiyecekken
" eee? Ne istiyorsun?"
" ne?"
" yanı neden bana iyi davranıyorsun!"
Dedim ve merak ettiğim cevabı bekledim. Bir şey demeden yürümeye devam etti. Tam durmak için yeltenmiştim ki,
" sakın durmak gibi bir aptallık yapma!"
" bana emir verme!"
" iyi!"
" iyi!"
" şimdi dilde çıkartıp küçük çocuklar gibi elini bana sallayacak mısın? Yoksa önce ben mi yapmalıyım?"
" ne zaman yapmışım!"
Dedim sinirle, yağmur olmasa senden medet ummazdım. Mübarek de sağ olsun durmak nedir bilmeden yağıyorda yağıyor. Başımı çevirip etraftaki insanlara baktım. Mahalleye gelmiştik ve o tanıdığım simalarda şimdi komik bir hal vardı. Yağmur yağınca ya kahve içerden ya da çamaşır toplardın ama bizimkiler ellerindeki fırçalarla yağmurdan faydalanıp camlarını, o da yetmiyormuş gibi Bakkal Fuat amca arabasını yıkıyordu. Ne içiyordu bu insanlar? Her işi fırsata çeviren süper zeka bir toplumuz. Tekrar önüme dönmüştüm ki yiğite teşekkür etmediğim aklıma geldi, doğruya. Ne kadar düşmanda olsak, kibar olmak şart canım.
" teşekkür ederim!" Dedim ama bu ses ve vurgu, bu cümle için uygun değildi.
" küfür mü ettin? Teşekkür mü?"
" neyse işte! Notlarını verdiğin için sağ ol!!!"
Dedim şapkamı kafama geçirip arkamı döndüm,
" dur bakalım, bana tarih çalıştıracaksın!"
" o neden!!!"
" sana notlarımı verdim,"
İşte, demiştim ben. Biliyordum benden istediği bir şey vardı. Benim engin tarih bilgimden faydalanmak istiyordu. Çıkarcı patates! Parmağımı ona uzatıp
" çıkarcısın!"
Dedim ve hapşırdım. Kapmıştım şifayı, ifadesizce bakıp
" sümüklü, akşam namazından sonra geleceğim,"
Deyip gitmişti. Sümüklü sensin bir kere! Hapşuuuu!!! Ah! Şimdi değil sare!Sınavlarımız bitmişti, hocaları dinleyesim hiç gelmiyordu. Şükür şimdi beden dersindeydik ve salıvermişti bizi. Çalışkan arılar hemen kütüphaneye koşarken Akif ile güneşleniyorduk. Derin bir iç çekip
" of be! Bir dondurma alanımız yok!"
Başını kaldırıp bana baktı,
" yav sen ne hayırsızın önde gidenisin be! Bu istediğin kaçıncı dondurma!"
" üç beş tane şey be gardaşım,"
" yok yeme artık. Midem ağrıdı,"
Tekrar yerime yatıp gökyüzüne baktım, o da eski haline uzanıp bir şarkı söylemeye başladı. Sesi garipti ama onu dinlemek çok eğlenceliydi. Şarkılara kendi eklediği cümleleri saymazsak güzeldi. Biz gökyüzüne bakarken birden kafama yediğim topla beynim sarsıntı geçirmişti. Bir süre yerde durup kendime gelmeye çalışırken Akif, yüzümü ellerinin arasına almış bir şeyler söylüyordu. Sonra beni bırakıp gidince yavaşça yerimden doğruldum. Yiğit yanıma gelip peçeteyle bir şeyler yaparken hala kulaklarımın zonklamasından bir şey duymuyordum. Doğrulup gözlerimi açtım, Akif birileriyle kavga ediyordu.
" sare dur, burnun kanıyor!"
" sırası değil yiğit!"
Deyip elini itip Akif'e yardıma koşmuştum. Yakasını tuttuğu çocuğa yumruğu geçirmek için beklerken arkasından gelen çocuğa doğru koşup saçına yapıştığım gibi yere atmıştım. Olanlar olmuştu biz yine kendimizi müdürün odasında bulmuştuk. Bir güzel azarımızı yiyip dağılmıştık. Okuldan çıkarken kapıda Yiğit'i görünce Akif
" gitmemiş seninki,"
" of Akif! Bazen kardeş misin düşman mısın seçemiyorum!"
" ula yine biz kötüyüz,"
" bırak şimdi, eve gidersek kesin haşlanacağız!"
" sare gelde süt anana bir şeyde o kıyamaz sana,"
" hiç benden bekleme ben daha bizimkileri ikna edemiyorum. Zeynep teyze gömer beni,"
Dedim. Evet, Akif süt kardeşimdi. Annesi Zeynep teyze annemin çocukluktan arkadaşıydı. Yiğit'in annesi gibi. Ama Akif ile akrabalık bağımız da vardı.
Eve gelene kadar aklıma bin tane şey gelmişti. Ama bu sefer kesin bittim. Bir de burnum vardı, morarmaz inşallah! Yüzümün ortasında bir patlıcanla gezmek istemiyorum, evin önüne gelince Yiğit'in bizim binadan çıktığını gördüm. Hemen karşısına dikilip,
" hemen yetiştirdin! Pis patates!"
" çekil!"
Deyip beni önünden itip gitmişti. Ruhsuz patates! Ah o göbeğin olmasa görürdün sen! Dönüp binaya baktım, ne olacaksa olsundu. Sonra derin bir nefes çekip binaya girdim...
Olmamıştı, düşündüğüm şey. Yanı babam ve annem beni haşlamadı. Nedense ikisi de normal bir günmüş gibi hayatlarına devam ediyordu. Arada burnumla dalga geçmeleri dışında...