Her yanım ağrıyordu, canım yanıyordu. Vücudum tonlarca yükün altında eziliyordu sanki. Nefes almak benim için hiç bu kadar zor olmamıştı. Demek ki nefesim benden uzakta olunca böyle hissediyordum. Yiğit, nerdesin?
Gözlerimi açtım, karşımda beyaz bir tavan görmeyi beklerken ahşap bir tavan görmeyi beklemediğimden doğruldum. Etrafıma bakıp nerede olduğumu anlamaya çalışırken bembeyaz bir yatakta olduğumu fark etmemle hızla yataktan kalkmaya çalıştım. Çalıştım çünkü ayak bileğim sargılıydı. Af! Yerimden kalkıp seke seke kapıya gittim. Kolu indirmemle kilitli olduğunu anlayınca vurmaya başladım.
" Hey!!! Kimse yok mu? İnsan olur! Hayvan olur! Ya bir insan evladı yok muuu?! Ey Ademoğlu! Hey!"
Ses yoktu. Tıkırtı hiç yok. Oda da pencere yok. Kocaman oda ortasında yatak! Af! Yatağa doğru gidip oturdum, ayak bileğimi kontrol ettim. Ellerimde çizikler vardı, ayna olsaydı keşke. Yüzüm ve eşarbım ne halde acaba? Af!Nerdesin Yiğit... Bu kadar mı zor beni bulmak?! Bir dakika Sare hanım! Bakalım Yiğit seni bulmak için çaba gösteriyor mu? Burcuyla geçirdiği kaliteli zamanlardan sonra birde! Af! Af! Karşıma çık sana öyle bir hesap soracağım ki! Aklın çıkacak! Bana nasıl yalan söylersin ya! Nasıl?! En başta söz vermedik mi? Ah tabii ya! Benim aklım yok idrak edemiyorum! Aptalım ben çünkü! Aptal! Siz akmayın artık gözyaşlarım! Kime neye akıyorsunuz ki? Boşverin artık. Gerçekten bak! Hayır hayır akma! Akma! Elimin tersiyle göz yaşlarımı silerken kapı açılmıştı. Mustafa kapıyı ardına kadar açıp,
" Uyanmışsın. Gel yemek ye."
Demiş ardından da gitmişti. Şaşkınca kaldıktan sonra yerimden kalkıp odadan çıktım. Tek katlı oldukça aydınlık olan karanlık ve penceresiz odasına beni kitlemişti. Masa da oturmuş tabağındaki çorbayı içerken bana bakıp,
" otur hadi."
" Nerdeyiz? Neden peşimi bırakmıyorsun!"
" of! Sare ye yemeğini sonra konuşuruz söz bak,"
" ya sanki normal bir hal içindeyiz! Sen beni kaçırdın! Bu suç! Suç!"
" sevmek suç değil. Ben! Seni seviyorum!"
" Estağfirullah! Estağfirullah! Rabbim beni senin gibilerden korusun! Ya senin beynin işlemiyor herhalde! Evliyim ben evli! Başkasını seviyorum. Kocam. Ailem var!"
Dememle aniden ayağa dikilip,
" hala kocam mı diyorsun ona!"
" Evet çünkü ben evliyim! Kocam beni aldatsa bile ben onu aldatmam! Ayrıca seven karşılık bulmasa da sever."
" bunu bana mı söylüyorsun gerçekten?"
Demiş ve sakinleyip yerine oturmuştu. İçten içe Mustafa'ya üzüldüğümü ve kendime benzettiğimi söylemezsem olmaz. Benziyoruz işte, fazla sevgiden. Ya da... sevgi sandığımız şeyden ölüyoruz.
" iç çorbanı."
Deyince bir şey demeden bir süre baktım ona sonra da masadan çorba tabağını alıp koltuğun köşesine oturdum. Tabağı kafama diktikten sonra masanın üstündeki telefona gözüm takılınca aklıma gelen tilkiye teşekkür ettim. Her halükarda çalışıyordu işte. Tabağı masaya bırakıp,
"Şey bir tabak daha..."
" Lütfen otur."
" oturacağım ama yanlış anlama!"
" tamam otur hadi,"
Dedi ve yerinden kalktı. Sandalyeyi köşeye çekip masanın ucuna ve telefona yakın olacak şekilde ayarladım. Mustafa beni masanın ucunda görünce,
" uzaya gitseydin Sare, orası yakın değil mi?"
" çorba."
Dedim ve elindeki tabağa uzandım. Tabağımı önüme koyduktan sonra heyecanla oturup yemeye başladı. Allahım! Elin adamıyla aynı evde! Af! Af! Kaşığın ucundan tutup kıyısından kıyısından yerken elimle çevirip duruyordum ki kaşık düştü. Elbette bunu bilerek yapmıştım, eğilip kaşığı alırken hızla kafamı masanın altına çarptım ve yükselen masayla çorba tabağım devrilmişti. Elbette onun tabakları da... Devrilen tabaklarla telaşla doğruldum,
" özür dilerim! Özür dilerim! Yanmadın inşallah. İyi misin Mustafa?"
Dedim. Pantolonuna dökülen yemeğe bakarken aniden bana döndü bakışları. Hayretle,
" benim için endişelendin?"
Ha? Ah evladım sen hiç doğru yolda değilsin! Hiç! Ne yapacağım ben ya?! Başımı eğip mahçup bir hal almaya çalışırken üstünü değiştireceğini söyleyip gidince hızla uzanıp telefonu aldım. Onun başka yöne ilerlemesiyle bende çıktığım odaya doğru gidip kapıyı örttüm. Telefon elimde kalmıştı, öylece ekrana bakıyordum. Yiğit'i aramak gelmiyordu içimden. Onu arayamazdım. Akif? Yok o da olmaz. Babam! Babamı arayacağım. Hızla numarasını tuşladım. Arama tuşuna basıp kulağıma dayadım. Hadi baba! Hadi! Aç artık!
" Sare? Nerdesin?"
Olamaz! Mustafa geldi! Af! Baba aç artık şu numara- kendi kendime kızarken aniden açılmıştı.
" Baba! Baba benim Sare! Baba Mustafa! Burcu ve Mustafa kaçırdı beni. Neredeyiz bilmiyorum. Vaktim yok! Baba?"
Dedim çünkü hiç ses gelmiyordu karşıdan. Tekrar kulağıma koyup,
" Baba?"
" Sare'm."
Kulaklarıma ulaşan ses öylesine hasret doluydu ki, şiddetinden kalbim yerinden çıkacaktı. Babamı beklerken Yiğit cevap vermişti telefona. Bunu beklemeyen ben ise öylece kalmıştım ki, her şeyi anlayan Mustafa odanın kapısına dayanmıştı.
" Sare! Çekil şuradan! Canını yakmak istemiyorum! Sare!"
Cevap veremedim Yiğit'e. Efendim diyemedim, canım diyemedim. Özledim, gel diyemedim. Kaldım öylece telefon başında, ta ki Mustafa kapıyı açıp elimden telefonu alana kadar. Bana bağırıp duruyordu, telefonu sinirle duvara atıp parçalandıktan sonra üstüme gelecekti ki, olduğum yere çöktüm.
" istediğiniz oldu. Sare artık hiçbir şey hissetmiyor. Sare artık kimseyi sevmiyor. Hiçkimseyi istemiyorum."
Göz yaşlarım usul usul akarken, o da eğildi. Karşıma geçip oturdu. Bir süre kaldık öylece... Neden bu hale? Ben aşkından önündeki taşı görmeyen, ben aşkından her şeyi başım üstüne deyip kabul eden... Kaldım mı aşkımla bir başıma.
" Hatırlar mısın bilmiyorum bir keresinde beni kurtarmıştın. Hani şu sokak çetesi vardı ya onların elinden. Normal de kendimi iyi savunurdum ama sen birden önüme atlayıp beni savununca sadece köşeye çekilmek istedim. Ben daha önce hiç böyle hissetmedim Sare. O gün, o gün bugündür ben senin gölgenim. Her yerdeydim. Gittiğin kafeler, kitapçılar, hat için eğitim aldığın, konuştuğun kişiler... Hep o köşe de seni izledim. Ben seni izledim ama sen hiç ardına bakmadın Sare. Hiç bakmadın. Sen sadece... Sadece Yiğit'e baktın. Aslında... yani... bilmiyorum işte! Şu an sen bırakmışken, seni de alıp gitmem gerek. Ama... İstemiyorum ben, ben senin gözündeki yaşa, gönlündeki yasa sebep olup üstüne bahar getiremem. Kalk."
" Ne?"
Dedim şaşkınlıkla. Ne diyordu bu Mustafa? Önce beni kaçırıyor şimdi? Şimdi... Ayağa kalkıp bana doğru geldi. Elini uzattı,
" Hadi kalk."
Demişti. Gerçekten elini tutmamı beklemiyordu değil mi? Başımı olumsuzca salladım, kalkmak da istemiyordum elini tutmak da! Sadece burada böyle ağlamak istiyorum.
" Kalk hadi."
" rahat bırak beni!"
" kalk diyorum! Bak az kaldı vazgeçeceğim seni götürmekten,"
Demişti. Ayağa kalktım, burada onunla kalkmaktansa çölün ortasında kalmak daha cazip geliyordu. Kapıya doğru gidince arkamdan geldi. Sonra geri dönüp telefonunu aldı, anahtarı aldı. Eline bir zarf aldı, cebine koydu. Mavi küçük bir zarf. Arkasından giderken arada dönüp bana bakıyordu. Arabasının yanına gittik, farklı bir araba. Arkaya geçtim sessizce, araba hareket ettikten sonra konuşmaya başladı.
" Üniversiteyi okurken seni göremediğim zamanlar oluyordu. Merak ediyordum ne yiyor ne içiyor... Hasta mı değil mi? Üşüdüğünde o da benim gibi yorgana mı sarılıyor yoksa kahveye mi? Hep merak ettim bunları. Anlatsana biraz yol geçer hem,"
Gözyaşlarım akmaya başlarken başımı eğdim, ona kendimle ilgili hiçbir şey anlatmak istemiyordum. Doğru değildi bu çünkü. Beni bilen sadece Yiğitti, öyle de kalmalıydı. Konuyu dağıtmak için rastgele bir soru sordum,
" sen üniversite okudun mu?"
" ah be Sare. Gerçekten kendini Yiğitten başkasına kapatmışsın. Evet. Okudum! Hemde bir şirkette CEO'yum."
" hım. İyi."
Dedim sustuk. Sonra ona döndüm, dikiz aynasından ona bakıp,
" Neden kararın değişti? Birden yani..."
Dedim sonra seslice yutkundum. Vazgeçerse diye korkuyordum içten içe. Götürmekten vazgeçerse bu sefer gerçekten sonumuz ölüm olurdu. Kaçırmazdım bu fırsatı.
" söyleyeceğim. Seni bıraktıktan sonra..."
Dedi. Herkeste önce kendi isteklerini yerine getirip sonra bana vuracakları darbeyi vuruyor. Aman be! Alıştım ben, vur be sende vur!
" seni ona götürüyorum kendi ellerimle hala neden ağlıyorsun?"
Dedi ama cevap vermedim. Duramıyorum ki? Gözyaşlarım durmuyor, dursa tamamda. Olmuyor işte. Hala aklıma geldikçe... o aptal görüntüleri gördükçe deliriyorum!