Köşe başlarını sevmezdim, hep bir çarpışma sahnesi canlanırdı gözümde. Kız bir taraftan, erkek bir taraftan gelir ve tam köşede çarpışır. Sonra işte biliyorsunuz falan filan...! Böyle bir şey istemiyorum ben! Aşkı köşe başında bulmak gibi bir düşüncem olamaz ya da bir çarpışma sahnesiyle girmemeli hayatıma! Zaten olmalı! En başından beri, onun gibi...
Derin bir nefes alıp geri adım attım. Kendimi şu göbeğin içinde bulmaktan sıkılmıştım ama... işte ne bileyim! Gözlerini üzerime dikip,
" nereden geliyorsun?"
" bu seni ilgilendirmez,"
" sen bu saatte dışarı da olacak biri değilsin! Neredeydin!"
" sana ne!"
" sare?"
Dedi ama dinlemedim. Ne diye dinleyeceğim ki! Artık ne gibi bir tanışıklığımız kaldı ki! Gidecek zaten! Ama gitsin bana ne! Bir adım daha atmıştım ki çantamdan tutup geriye doğru çekmeye başladı.
"Ne yapıyorsun bırak beni! Kime diyorum! Ah ayağım,"
Dememle durup bana baktı. Tamam azıcık yalan söyledim ama sorun bir neden söyledim. Çantamdan tutulmasından nefret ediyorum! Hem onu ilgilendirecek bir şey değildi gerçekten!
" beni kandırdın mı soğan!"
" bana soğan deme!"
Deyip elinden kurtuldum. Gözlerine bakıp parmağımı salladım,
" derdin ne senin??? Rahat bırak beni! İstediğim yere giderim! İstediğim saatte gelirim! Hiçkimseyi ilgilendirmez!!!"
Dediğimde mahalledeki Ayşe teyze cama çıkıp,
" yav bize ne senden kızım! Git başka yerde bağır başım gitti car car!"
" özür dilerim Ayşe teyze, gidiyorum."
Dedim yürümeye başladım. Hızlı hızlı gidiyordum ki ardımdan yetişemesin, ne derdi vardı benimle? Bu aralar garipti! Bildiğin patates değildi! Bakayım geliyor mu? Hafif başımı çevirip baktım, elini kalbine götürmüş hızlı yürümeye çalışıyordu. O halini görünce anında durdum, hemen gerisin geri dönüp yanına gittim.
" iyi misin? Özür dilerim otur dinlen,"
" e hani umurunda değildim,"
Dedi kaldırıma otururken. Bende karşısına oturdum,
" değilsin,"
Ama ölmeye ya da kriz geçirmeye gerek yok şimdi. Yani benim yüzümden olursa ben bunu kaldıramam, hele de... bilmiyorum işte. Yani ona bir şey olmasın. Yiğit o sonuçta. Patates.
" nereden geliyorsun?"
" neden merak ediyorsun ki?"
Gizli yerimi söyleyemem hemen söyler anneme! Ya da bir şey olunca hemen buluverir beni! İstemiyorum bulmasını, uzakta kalmak en iyisi.
" peki söyleme,"
Yerimden kalkıp yürümeye başladım. Hemen ardımdan kalktı, gölgesini görebiliyordum. İri gölgesinin içinde kaybolan gölgemi... yürürken gölgemize bakıp duruyordum. Güzel. Ellerini mi yumruk yapmış o? Bir dakika! Bir şey söylemek istiyor! Acaba ne!? Çok merak ederim ama... soramam. Hem bu saatten sonra ne önemi var. Bir daha göremem patatesi, umurumda değil. Binanın kapısını açtım ama hala arkamdan geliyordu ki,
" kendini şaşırdın herhalde! Senin ev karşıda,"
Dedim gözlerime bir süre baktıktan sonra arkasını dönüp gitti. Ulen! Af! Af! Ayağımı yere vura vura içeri girip kapıyı sertçe kapattım. Yetti! Yetti! Nedir çektiğim?! Hangi ara aktı gözyaşlarım ya! Elimin tersiyle gözümü silip eve girdim. Annemler odaydı, odama geçip kapımı kilitledim. Bir süre böyle! Kimseyi istemiyorum. Tek başıma! Tek başıma ayakta kalacağım! Gün gelecek iyi ki böyle bir yol almışsın diyeceksiniz!!!
Karne günü gelip çatmıştı, herkes birbirlerine sarılıp ağlarken kimseye bulaşmadan köşemde oturdum. Yiğit yanımda oturmuş yine kitap okuyordu. Birden Burcu ellerini boynuna dolayıp,
" seni çok özleyeceğim!"
Deyince ellerini boynundan çözdü. İnanmıyorum ya! Az önce sarıldı sana! Sarıldı! Özleyecekmiş! Zıkkımın kökünü de özleyecek misin!!! Ulenn! Şu kızı saçından tutup yerden yere vursam!!! Hayır sakin ol sare! Sakin! Sana ne canım! Başımı sinirle cama çevirdim.
" yiğit bak mutlaka yakın yurtlara çıkalım!"
Yakın yurt mu! Bunlar! İnanmıyorum ya!
" aynı bölümde olmayı çok isterdim ama karşılıklı fakültelerimiz,"
Ne? Demek bu yüzden bana okuma dedin! Sen rahat rahat işini hallet! Bende size gününüzü göstereceğim! Sinirle elimi sıkarken Akif seslenince yerimden kalktım. Masanın üstünden geçip Akif'in yanına gittim.
" ne yapıyorsun sare!"
" aman be Akif son günümüz. Hem gelsene bir şey diyeceğim,"
Dedim onu sınıfın dışına çektim. Merakla yüzüme bakarken ,
" ben hocadan karnemi alıp gideceğim. Daha fazla duramayacağım,"
" ne? Neden?! Biri bir şey mi dedi?!"
" hayır sakin ol. Boğuluyorum. Gitmek istiyorum,"
Dedim. Ellerini bağlayıp bilmişçe
" ben biliyorum senin karın ağrını da..."
" susar mısın! Sana söyleyende kabahat! Gidiyorum ben!"
Dedim arkamı dönüp öğretmenler odasına gittim. Hocadan güç bela karnemi alıp sonunda okuldan çıktım. Hiç hayallerimde olmayacaksın lise. Şimdiden unuttum seni! Aaa burası da neresi! Hızlı adımlarla yürümeye başladım. Sığınağım. Canım. Artık kendimi buraya kilitlemek istiyorum. Neden daha önce aklıma gelmedi ki bura!
Köşedeki yerimi alıp Asiye'yi beklemeye başladım. Gelse de konuşsa, onunla konuşunca rahatlıyorum. Bana İslami anlatınca sussun istemiyorum, islam çok güzel. Bir süre daha beklemiştim ki, Asiye gelince yerimden kalktım. Birbirimize sıkıca sarılıp selamlaştık. Sonunda yerimize oturduğumuz da gülmeye çalıştım. O hep gülüyordu, yüzünde bitmeyen güzel bir tebessüm vardı. İçimdeki kara bulutlara inat gülüyordum ki,
" sare, gözlerin."
" ne olmuş gözlerime,"
" buradan bakınca kalbindeki acıyı görebiliyorum, anlatmak ister misin?"
Dedi. O kadar belli oluyor mu? Gözler kalbin aynasıymış gerçekten, bakmasını bilene. Anlatmalı mıydım? Bilmiyorum! Ne için üzüldüğümü bile bilmiyorum!
" bilmiyorum ki,"
" şöyle yapalım. Sen gözlerini kapat. Ben 1-2-3 deyince aç ve sorduğum soruya cevap ver. Anlaştık mı?"
" elbette,"
Dedim. Heyecanla gözlerimi kapattım. Kapatmaz olaydım. Gözlerimin önüne geldi yine o saçma sahne! Neden sarılıp duruyordu bu kız yiğit'e! Başka şeyler düşün sare! Çık aklımdan...
" Aç gözlerini! Aklındaki ilk ismi söyle!"
Deyince birden gözlerimi açıp,
" yiğit!"
Dememle ağzımı kapattım. Aptal düşünseydin ya az! Bana imayla bakıp,
" söyle bakalım kim bu? Kim ki seni bu kadar üzdü,"
" o kim ki beni üzecek!"
" anlat yorma beni,"
" yiğit."
" çok iyi anlattın tebrik ederim,"
Deyip alkışlayınca ellerini tuttum. Benim için yiğiti tarifi bu kadar. Bilen bilir, yiğit. Beş harfin içine farkında olmadan ömrümü sığdırdığımı...
" mahalleden biri işte... çocukluktan... belki de önceden..."
" kalu beladan yani,"
" ne bela? Bela değil o,"
Dedim ama gülüp sonra ciddileşti.
" kalu bela,
"Cenab-ı Allah'ın ruhları yaratıp, ben sizin rabbiniz değil miyim dediği zaman. Yaratıldığımız ilk ondan beri..."
" ne? Ondan beri mi? Açsana!"
" mesela düşün. Yolda birini gördün. Hiç tanımıyorsun. Ama öyle için ısındı ki gidip sarılsan için rahatlayacak. İşte böyle durumlarda derler ki " kalubela da tanışmış ruhlarımız,"
" harika! Ama bilmiyorum. Yiğit."
" seni canını sıkan yanı?"
" şöyle ki bugün karne günü biliyorsun. Oturuyordum o da yanımda oturur hep. Benden başka kimse oturamaz! Af tamam ya! Oturtmuyorum kimseyi! Otururken yanımıza o oyulası gözleriyle Burcu geldi! Sarıldı özleyeceğim dedi! Sen kimsin de onu özlüyorsun be! Bir de ne biliyor musun?"
" bilmiyorum anlat işte!"
" aynı üniversiteye gideceklermiş. Karşılıklı fakülteleri! Böyle saçından tutup duvardan duvara vurmak istedim!"
" yok yok sakin ol. Elbet hakkıyla hakkından geldiğin gün olur,"
" ama Asiye! Böyle nefesim kesildi, gözüm döndü!"
" aşktandır,"
" ne aşkı be! Yok öyle bir şey,"
" tamam peki inandım. Neyse havayı dağıtalım! Sana bir hediyem var,"
Dedi ve bir paket çıkarttı. Mahcup bir şekilde aldım, ben ona bir şey almamıştım.
" ama ben sana bir şey almadım!"
"Sare! Hediye bu, karşılık beklemedim ben. Görünce aklıma sen geldin,"
" teşekkür ederim,"
" rica ederim canım, aç."
Heyecanla paketi açınca karşıma çıkanlara baktım şaşkınca. Siyah bir eşarp, bir tesbih ve bir kuran. Şaşkınca ona baktım.
" sence de vakti gelmedi mi? Ben sana bir hediye verdim. Sen açmadan hemen teşekkür ettin. Mahcup hissettin çünkü kendini. Peki Allah'a teşekkür? Düşünsene Allah sana el vermiş, ayak vermiş... sevebileceğin bir kalp vermiş... bütün bunları kullanıyorsun ama teşekkür etmiyorsun. Rabbin seni bekliyor kardeşim. Senin ona gitmeni, onu bulmanı bekliyor. O paketin içine birde bir kitap koydum oku onu. Düşün. Bana 1 ay sonra cevap ver."
" neden 1 ay?"
" çünkü köye gitmem gerek ve orada şebeke çekmiyor. Ama sonra yanında olacağım inşallah."
Başımla onayladım onu. Yine yatsıyı kılıp çıktık camiden. Söylediklerinde haklıydı. Son derece haklıydı. Peki neden kimse bana bu durumdan bahsetmedi. Ailem müslümandı, ama bize bu konu da bir şey dememişlerdi.
Düşüncelerin içinde boğulurken yine mahalleye gelmiştim. Yiğit yine aynı yerde beni bekliyordu ve görmüştü beni. Gözlerini üzerime dikti yanından geçip gidecekken,
" yarın...gidiyorum ben."
Dedi. Durdum. Bir şey boğazımı sıkıyor, göz yaşlarım firar etmek için çırpınıyordu. Koca gövdesiyle önüme geçti. Kayboluyordum böyle zamanlarda...
" bir şey demeyecek misin?"
" burcuyla başarılar!"
" ne burcusu!"
" çekil."
" soğan. Bak..."
" artık bakamayacağım! Duydun mu! O koca kafanın üstündeki kıvırcık saçlarını ayırda duysun kulakların. Bakmayacağım! Yolun açık olsun!"
" bu kadar mı?"
Değildi. Hiçbir zaman değildi... bu değildi demek istediklerim. Hırçın ve kabul edilmez benliğim ergenliğin verdiği EGO'yla birleşince ortaya bu çıkmıştı. Bir süre başımın üstünden baktı, boyu uzun olduğu için kolaydı bu hareketi. Sonra elini koca ceplerine atıp içinden bir şey çıkardı. Bileğimi tutup kaldırdı,
" bunu kaybetme!"
Deyip elimin içine bir taş bıraktı. Beyaz, küçük bir taş. Neydi bu? Ne için vermişti? Sonra bir şey demeden gitti. Bu sefer o gitmişti...