(Yu Jin)
Başıma saplanan sızıya dayanmaya çalışmak zor olsa da zihnimden geçen görüntülere duyarsız kalamıyordum.
Yanımda elimi sımsıkı tutan Jungkook'un varlığını hissedebiliyor, annemin saçlarımı okşayıp endişeli ve yaşlı gözleriyle bana baktığını fark edebiliyordum. Abim ise zihnimi kontrolü altına alarak rahatlatmaya çalışıyor beni bir rüyadaymışım gibi kendime getirmek istiyordu fakat engel olamadığım bir şey beni etkisi altına almaya çoktan başlamıştı.
Görüşüm bulanıklaştıkça pembe bir elbise ile koşuşturan küçük bir kız çocuğuna dönüşmüştüm.
Saçlarıma iliştirdiğim bir papatya ile birlikte, nefes nefese koşuyor, arada bir etrafıma bakınıyordum.
Bir süre koştuktan sonra geldiğim parkın önünde beklemeye koyulduğumda, siyah montumun fermuarını çekmeyi henüz akıl ediyordum.
"Küçük kız, birini mi bekliyorsun?"
Duyduğum yabancı ses beni kendime getirirken, siyah botları çamura batmış olan orta yaşlarda bir adamla karşılaşıyor ona sanki tanıyormuş gibi "Jungkook'u bekliyorum" diyordum.
"Seni Jungkook'a götürebilirim. Gel benimle."
Annemin yabancılara güvenmemem gerektiği sözü aklıma gelince başımı usulca iki yana sallıyordum.
"Teşekkürler, ben burada bekleyeceğim."
Aniden ağzımı kapatan ellerle birlikte minik bedenim birinin kollarına yığılıyor ve gözlerimi karanlık ve tozlu bir depoda açıyordum.
Etraftaki toz öksürmeme sebep olurken, benim gibi orada baygın halde duran birçok çocuğa rastlıyordum.
İçeriye giren adam benim uyandığımı fark edince çamurlu botlarıyla birlikte ayaklarımın dibinde duruyor ve korkunç bir şekilde gülüyordu.
Korkuyla yutkunup etrafıma bakındığımda sıradaki kişinin ben olacağımı yanındaki sıska adama söyleyen, çamurlu botların sahibi oradan uzaklaşırken sessizce duruyor kelimeler boğazıma tıkılmış gibi tek bir şey söyleyemiyordum.
Kısa bir sürenin ardından kapıyı açık bırakan sıska adamın ardından titreyen bacaklarıma rağmen kalkıp kapıya yürüdüm. Uzun bir koridora kısa bir bakış attıktan sonra koşmaya başladım fakat nereye gideceğimi bile bilmiyordum.
Önüme çıkan merdivenleri hızlı hızlı çıkıp kapının önünde adamlar olduğunu fark ederek odalardan birine koştum. Hastaneye benzeyen odada gri renkteki büyük dolabın içine girip kapağını da ardımdan örttüm.
Karanlık dolapta, bir yere kaçamayacağımı bildiğim için hareket bile edemiyordum.
Kollarımı oturduğum yerde dizlerime sarmış, korkuyla nefes alıp veriyordum. Kapalı kaldığım dolapta daha çok sıkışacakmışım gibi hissediyor, nefesimin kesileceğini düşünüyordum. Minik bedenim tir tir titrerken, sessizce olduğum yerde ağlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Truth Untold ❧ Jk
FanfictionElimi kendine doğru yavaşça çekerek dudaklarını avuç içime bastırdı. Bir müddet avucumda hissettiğim yumuşak baskı içimin titremesine sebep oldu. Elimi daha sıkı tutup aramızdaki boşluğa indirirken bakışlarını benimkilere odakladı. Öyle içten bakıy...