Boş yolda yürüyordum. Sokakta kimsecikler yoktu. Gariptir ki bir araba bile yoktu. Hiç kimse... Hiç kimse yoktu. Sessizdi. Bu yalnızlığın ürkütücü sessizliğiydi. Hava çok soğuktu, üşüyordum ve benim üzerimde sadece kot bir şort ve siyah bir büstiyer vardı.
Bir müddet yürüdüm, yürüdüm. Ama sanki hep aynı binaların önünden geçiyor gibiydim. Adımlarım beni ileri götürmüyordu. Yerimde sayıyor gibiydim. Bu daha çok korkmama neden olmuştu. Yanaklarımdan akan bir şeyler hissettim. Ağlıyordum. Ağlıyordum ve gözyaşlarım yanaklarımı yakıyordu. Çok acıyordu. Kafamdan aşağı kızgın yağ dökmüşüm gibi canım yanıyordu. Elimi sol yanağıma götürdüm ve tersiyle gözyaşlarımı sildim. Elimin üstüme baktığımda gözyaşlarımın siyah olduğunu gördüm. Gözümde makyaj mı vardı? Lakin gözyaşlarım makyaj olamayacak kadar siyahtı.
Birkaç adım attıktan sonra kendimi bir havuzun içinde buldum. Üzerimde bu sefer beyaz kabanım ve ayaklarımda uzun çizmelerim vardı. Çırpınıyordum fakat yüzeye çıkamıyordum. Ciğerlerim fena halde yanıyordu. Çırpınmaya ve yüzmeye çalışmaya devam ettim. Ama çabam boşaydı çünkü ayaklarım bir zincirle dibe bağlıydı.
Hemen dibe doğru yüzmeye başladım. Zincirin bağlı olduğu yere geldim ve zinciri deli gibi çekiştirmeye koyuldum. Hiçbir işe yaramadı. Olduğum yerde takılıp kaldım. Belki biri gelir ve beni buradan kurtarır, diye düşündüm. Ama yanılıyordum. Tıpkı o boş sokaktaki gibi yalnızdım. Yapayalnız.
Bir an tanıdık bir ses geldi kulağıma. Tıpkı babamın bize izlettiği eski aile videolarımızdaki sese benziyordu. Nikah masasında, memurun sorduğu soruya ''Tüm kalbimle, evet!'' diye bağıran sese benziyordu. Abim doğum günü pastasını üflemeden hemen önce ona ''Bir dilek tut, tatlım,'' diyen sese benziyordu. Benim doğumdan birkaç saat sonra babamın çektiği videoda '' Ya bu haldeyken çekilir mi hiç insan. Çok çirkinim,'' deyip de ''Aşkım sen her halinle güzelsin,'' cevabını alan kadının sesine benziyordu. Hatta benzemiyordu, kesinlikle aynıydı. O yumuşak ama güçlü ses , ben üç yaşındayken ölen annemin sesiydi.
'' Tatlım, eğer havuzdan çıkmazsan boğulabilirsin,''
Tekrar ağlamaya başlamıştım. Çıksam ona sarılabilirdim belki. Hatırlamasam da hasret kaldığım kokusunu içime çekebilirdim. Ama lanet olsun ki çıkamıyordum. Çırpınıyordum. Çıkamıyordum. Annemin sesini bir kez daha duyumsadım. Bu sefer az önceki yumuşak sesle konuşmuyordu. Sesi biraz daha sertti ve bağırıyordu.
''Hemen çık o havuzdan Eylül!''
Annemin emrinden sonra daha güçlü çektim zinciri. Kıramıyordum ve zincir ayağımı acıtıyordu.
''Hemen çık!'' Bu seferki sesi çok daha güçlü ve sinirliydi.
''Hemen çık! Hemen çık! HEMEN ÇIK!!!'' Annemin sesi beni ürkütmeye başlamıştı çünkü artık kulakları patlatacak derecede yüksek sesle bağırıyordu. Hatta tabiri caizse gürlüyordu, böğürüyordu. Sesi yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Artık yumuşak sesli annem gitmiş, öfkeli bir fil gelmişti sanki.
Annemi kızdırdığım için daha şiddetli ağlamaya başladım. Gözyaşlarım havuzun berrak suyuna karışıyordu. Siyah gözyaşlarım...
Biraz sonra havuz tamamen simsiyah oldu. Gözlerim yanmaya başlamıştı bu nedenle onları kapatmak durumunda kaldım. Gözlerimi açtığımda dolunayı gördüm. Bana çok yakındı. Sanki elimi uzatsam dokunabilecektim. Etrafıma bakınmaya başladım. Bir sürü ağaç vardı. Ormanlık bir alanda olduğumuzu tahmin ediyordum. Gökyüzü az önceki gözyaşlarımın rengindeydi. Simsiyah... Garip bir şekilde üzerimdeki siyah, diz boyu elbise kupkuruydu.
Önümde tam olarak ne olduğunu anlamadığım tuhaf şeyler vardı. Anlamak için yavaş adımlarla onlara yaklaştım. Bunlar mezar taşlarıydı, ama mezarların içleri boştu. Kazılmışlardı, ama içine herhangi bir şey konulmamıştı. Tam on bir tane mezar taşı saydım. Üzerlerinde bir şeyler yazıyordu ama bulanıktı, okuyamıyordum.
Bir kez daha kulağıma annemin sesi geldi. Ama bu sefer çok uzaktı.
''Ben sana söylemiştim. Boğuldun işte. Yazık oldu. Neyse benim fırında kurabiyem vardı.''
Tarçınlı kurabiye... Anneme dair hatırladığım tek şey. Bir de videolardan yüzünü ve sesini biliyorum.
Tam ''Anne ben boğulmadım, yaşıyorum,'' diye bağıracaktım ki çok güçlü ve korkunç çığlıklar duydum. Bana doğru hızla yaklaşan karga sürüsünün çığlıklarını... Birkaç tanesi bana ulaşıp saçlarıma konmaya başladılar. Saçlarım havalanıyordu ve her yerim aşırı fazla acıyordu. Bana ulaşan kargalar anında beni gagalamaya başlıyordu. Kollarımdan ve bacaklarımdan kanlar süzülmeye başladı. Siyah kanlar...
Deli gibi çırpınıp kargaları kovmaya çalışıyordum. Çığlıkları kulaklarımı acıtıyordu. Bütün vücudumdan akan kanlar, gariptir ki tek bir noktada toplanmış, yerde simsiyah bir kan gölü oluşmuştu. Ay ışığının altında parlıyordu.
Oluşan göl ayaklarımın etrafından arka tarafıma doğru hareket etmeye başladı. Nereye aktıklarını merak edip arkamı döndüğümde bir aynayla karşılaştım. Pamuk Prenses masalındaki kötü kraliçenin aynasına benziyordu. Ama tuhaf olan, aynadaki kıvırcık kızıl saçlarım ve ela gözlerimle ben değil, siyah kapşonlusu ve siyah şortuyla hayatımda ilk kez gördüğüm bir kızdı. Kapşonu kapalıydı ve başı öne eğikti. Bu nedenle yüzünü göremiyordum. Ama boynundaki ve bacaklarındaki çürük ve morlukları seçebiliyordum. Bacakları ölü gibi bembeyazdı. Ve aynadaki görüntünün arka planı da kızın bacakları gibiydi. Şu an içinde bulunduğum ortamla uzaktan yakından alakası yoktu.
Kıza mest olmuş gibi bakmaktan, kargaların üzerimden bir bir çekildiğini fark etmemişim. Hepsi havalanıyor ama çok geçmeden kuvvetli bir çığlık atıp yere düşüyorlardı. Çok korkuyordum. Titremeye başlamıştım. Gözlerimi aynaya tekrar çevirdiğimde kızın elini bana doğru uzattığını gördüm. Başı karnına çektiği dizlerinde, tek elinin avucu yerdeydi, bir eli de bana uzanmıştı. Sonra kargaları üstüme salanın da beni kurtarıp sonra tüm kargaları öldürenin de o olabileceğini düşündüm.
Ağzımı açıyordum ama ses çıkaramıyordum. Canım acıyordu ama ağlayamıyordum. Düşünüyordum ama açıklayamıyordum. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Ama yardım isteyemiyordum.
Biraz sonra kız hafifçe başını kaldırdı. Ama hala sadece çenesini görebiliyordum. Bir de sarı, uzun saçlarını...
''Selam, ben hiç kimse.''
Kıza cevap vermek istedim. Ben Eylül, diyecektim. Ben Eylül, lütfen bana yardım et. Ama kahretsin ki sesim çıkmıyordu. Konuşmaktan bile acizdim.
Arkamdan gelen korkunç ve acımasız kahkahalar arkama dönmeme sebep oldu. Kahkahalar boş mezarlardan geliyordu.
Aklımı kaçırıyor olmalıyım. Evet evet, kesinlikle aklımı kaçırıyorum.
''Seni küçük kaltak, buraya gel. Bunu ödeyeceksin!''
''Sen yalnız, basit bir sürtüksün sadece, o mu sana bakacak.''
''Bu acıttı mı, özür dilerim. Gerçekten üzgünüm. Dur bir saniye... Üzgün değilmişim, kandırdım.''
Anlam veremediğim sesler gecenin karanlığına karışıyordu. Çoğu cümleyi anlamamıştım. Bir an arkamda bir el hissetim ve korkuyla arkamı döndüm. Ama arkamda kimse yoktum. Kız ayağa kalkmıştı lakin hala yüzünü göremiyordum. Arkamdan kahkahalar yükselmeye devam ediyordu. Hala ne dediklerini anlamıyordum.
Uzun, sarı, dalgalı saçlı kız sağ elini hafifçe yukarıya kaldırdı ve omuz hizasına ulaştırdı. Sonra dudakları son kez aralandı.
''İyi geceler küçük melek.''
Parmağını şıklatmasıyla etrafımın aydınlanması bir oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Selam Ben Hiç Kimse - 2020
Teen FictionKim tarafından bırakıldığı belli olmayan adres kağıtları, bu adreslerde işlenen ve çözülemeyen cinayetler, kusursuz bir katil ve katili bulmaya çalışan bir grup genç... Eylül, arkadaşları ile bir seri katili yakalamaya çalışırken, bir yandan da k...