6

188 92 38
                                    

Selaaaam, nasılsınız bakalım? Aslında söyleyecek pek bir şeyim yok. Şu anda bunu okuyan var mı bilmiyorum. Varsa teşekkür ederim. Umarım bölüm hoşunuzu gider. Lütfen okuduktan sonra düşüncelerinizi benimle paylaşın. Gününüz güzel geçsin :)

3 yıl önce, 31 Aralık

Gözlerini pek de ışıltılı olmayan bir sabaha açtı kız. İnsan öleceği günün sabahı tuhaf hissediyordu doğrusu. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Kahvaltı etmeli miydi? Bunu biraz düşündükten sonra etmemeye karar verdi. Daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu. Ya da vakit kazanmak? Her neyse.

Ayak bileklerini teşhir eden dar bir pantolon geçirdi bacaklarına. Dolaptan, temiz olup olmadığından pek de emin olmadığı yün bir kazak aldı ve onu da giydi. Üzerine montunu geçirdi ve botlarını giydi. Hafif bir makyaj yapmalı mıyım diye düşündü ama bundan vazgeçmesi uzun sürmedi. Ne de olsa iş görüşmesine falan gitmiyordu. O kendini öldürmeye gidiyordu.

Tahmin ettiği gibi annesi gelmemişti. Doğrusu gelmeyeceğinden zaten emindi. Zaten ne zaman yanında olmuştu ki? Yine de ona veda edebilmiş olmayı dilerdi. Sonuçta annesiydi. Ya da onu doğuran kadın. Adına her ne diyorsanız işte.

''Hoşça kal odam, hoşça kal mutfak, hoşça kal banyo, hoşça kal ev. Seni zerre özlemeyeceğim.''

Anahtarını cebine atıp (Buna gerek var mıydı gerçekten? Ona bir daha ihtiyacı olmayacaktı) dışarı çıktı ve kapıyı arkasından kapattı.

Sokaklar beyaz bir örtüyle kaplıydı. Hava kasvetli ve soğuktu. Kız, bacaklarının titrediğini ve ellerinin uyuşmaya başladığını hissetti ama bunu pek önemsemedi. Sadece yürüdü. Hiçbir şey düşünmeden... Hiçbir şey hissetmeden. Hayatı boyunca olduğu gibi yalnız... Yürüdü. Arkasına bakmadan yürüdü. Tereddüt etmeden, korkusuzca...

''Ötenazi...'' dedi kız, sadece kendisinin duyabileceği şekilde. Sarf ettiği kelime sonucu oluşan buhar yüzüne çarptı. Bu iyi hissettirmişti.

Yaklaşık yarım saat yürüdü. Yürürken olabildiğince derin nefesler alıp, anın tadını çıkarmaya gayret gösterdi. Adımlarını olabildiğince seyrek tuttu. Seyrek ve yavaş... Ne de olsa acelesi yoktu.

Sonunda varmayı umduğu yeri gördü. Durdu, biraz bakındı etrafa. Ne de çok insan vardı! Hepsi yeni yıla girmenin heyecanını yaşıyor gibiydi. Şehir hiç olmadığı kadar canlı ve güzeldi. Açıkçası kış mevsimini seviyordu kız. Doğum gününün bu mevsimde olmasından dolayı değil, hayır. Bu kışa dair güzel olan son şey bile değildi.

Adımlarını hızlandırıp üst geçidin merdivenlerini çıkmaya başladı kız. Bunu bir an önce bitirse iyi olurdu çünkü beklemek işi zorlaştırıyordu.

Sonunda en tepedeydi. Buradan şehir çok daha mükemmel gözüküyordu. Aslında çok da yüksek değildi ama _işini halledebileceği kadar yüksek olmasını umuyordu_ yine de bu görüntü hoşuna gitmişti.

Yavaş adımlarla korkuluklara doğru yürümeye başladı.

Bunu yapacak mıydı?

Böyle mi bitecekti? Henüz başlamadan?

Evet.

Ellerini yavaşça korkulukların demirlerine koydu. Demirlerin üstündeki kar elinin donmasına neden oldu. Yine de çekmedi elini. Bu hissi özleyecekti.

Hayatı ne kadar boktan olursa olsun, özleyeceği şeyler vardı elbette. Örneğin pamuk şeker... Onları gerçekten seviyordu. Dev, pembe bir pamuk şekeri ağzına atıp erimesini beklemek hoştu.

Sokak kedilerini de özlerdi muhtemelen. Kediler de onu özlerdi. Öyle olmasını umuyordu. Aslında kedilere nankör derler ama kız, kedilerin her sabah kendilerine süt ve küçük parçalara ayrılmış ekmek veren kızı unutmayacağına inanıyordu. Aslında onlara birkaç kere su da vermişti. O gidince aç kalmazlardı, değil mi?

Selam Ben Hiç Kimse - 2020Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin