•|Pasaj yorumları mutlaka istiyorum.|
|Keyifli okumalar!|•
-
Gök gürültülü ve kapalı bir sabah yavaş yavaş ufukta gözükürken, aydınlanmaya yüz tutmuş sabahın getirisi, sert çakan şimşekle göğsüne kadar çektiği beyaz çarşafı eliyle sıkıca tutup gözlerini yumdu ve bacaklarını kendine çekip, korunmak ister gibi yataktaki bedeni iki büklüm oldu. Titriyordu.
Kafasının hizasında yatağa koyduğu telefon ekranına dün geceden beri belki iki yüz defa bastığı gibi yeniden bastı ve yaşlı gözleri umutsuzca telefonun çalışını izledi. Ama yine umduğunu bulamadan, telefon araması sonuçsuz kaldı ve başarısız oldu. O sırada sert çakan şimşek ile yaşlı kirpikleri kapandı; Defne Ada korkuyla sıçrayıp ellerini çenesinin altında topladı.
Daha yeni yeni ayaklanan ve haftalar sonra üzerinde zor da olsa durabildiği titreyen bacakları; Kaptanın kendine doğrulttuğu silahı indirmesiyle Defne Ada'yı taşınamamış ve genç kadın olduğu yerde çökmüştü. İki silahı da alıp, odadan çıktığı gibi kaybolan esmer tenli adam, saatlerdir etrafta yoktu. Sabahtan beri uyku gözüne girmeyen kızıl saçlı kadın, ağlaya ağlaya kocasına ulaşmaya çalışıyordu ama bütün hepsi sonuçsuz kalıyor; Ada'nın her saniye umudu daha da kırılıyordu. Dün gece gözünün önünde, hiç düşünmeden omzuna sıkan adam, yoktu.
Siyah gözlerindeki kırılganlığı ve kızgınlığı hiç aklından çıkmıyordu Ada'nın. Defalarca kez bağırıp çağıran kalın ve aynı zamanda kızgın erkek sesine nazaran, yaşlı kara gözleri Ada'ya öyle kırılgan, öyle mahzun bir küçük çocuk gibi bakmıştı ki; adamın kendine doğrulttuğu silahı görmezden gelip titreyen bacaklarıyla ona koşmak ve kurşun sıktığı yeri öpmek; kocasına sarılmak istedi. Ses tonu kızgın, ama kara gözleri kırılganlık içindeydi Kaptanın.
Ada'nın kendine doğrulttuğu silahı da alıp yatak odasından çıktıktan sonra bir daha görememişti onu. Yaralı bir adamdı. Çok kan kaybetmiş miydi, hastaneye gitmiş miydi, ya da durumu iyi miydi; bilmiyordu. Silahları alıp gittikten sonra, onu görmekten daha çok canını yakan bir şey duymuştu Ada dün gece.
Yan odada hıçkıra hıçkıra ağlayışını.
Duvarları bile inletecek kadar kalın sesiyle gürleyen adam, yan odaya geçip hıçkıra hıçkıra ağlamıştı bir çocuk gibi. Tek nedeni ise Ada'dan başka hiçbir şey değildi. Zaafı olan kadın, gözünün önünde kalbine silah dayayacak kadar her şeyi bırakmış ve onsuz yaşayamayacağını bildiği adamdan bile vazgeçmişti. Her şeyden önce Kaptan, Ada'ya bir şey olacak korkusuyla defalarca olduğu gibi tekrar baş başa kalmış ve karısına kasten veya kazara bir şey olmasından ciddi anlamda korkmuştu.
Son yaşadıklarıyla beraber en ufak bir sesten ve gök gürültülerinden bile korkar olan Ada; gök gürültülerinin ve şimşek çakmalarının bol olduğu zor bir geceden sonra sabahı etmiş ve şimdiyse Sinan'ı tekrar aramaya koyulmuştu. Geceden beri bir Sinan, bir de Kaptan arasında gidip geliyordu fakat bir türlü telefonunu açan yoktu. İkinci defa Sinan'ı aramaya koyulduğu sırada teknenin arka taraftaki demir sürgülerinden bir ses geldi. Ada'nın telefona basmak için kalkan eli havada kalmıştı.
Çakan şimşeğin etkisiyle, silmeye çalıştığı gözlerinden yaşlar ince ince dökülmeye kaldığı yerden devam etti ve vücudundaki yaralardan ötürü zorlansa da, yan tarafa dönüp yatak odasının kapısına baktı yaşlı gözleriyle. Göğsüne kadar çekip, korkudan sıkı sıkı tuttuğu beyaz çarşafın içinde son derece pişman ve kocasına ihtiyacı olan küçük bir kadın duruyordu .
