restless girl & regretted boy

5.3K 687 234
                                    

Saat daha çok geç olmamasına rağmen, kapalı hava yüzünden gökyüzü boğucu bir griliğe bürünmüştü ve ben kelimenin tam anlamıyla bunalıyordum. Kalbimin tam ortasına çöken bir ağırlık beni huzursuz ediyor, karamsar düşüncelere dalmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Jisoo hafta sonu için ailesinin yanına gitmişti ve tam anlamıyla acınası bir yalnızlığın içindeydim. Daha fazla dört duvarın arasında sıkışıp kalmak istemediğime karar verdiğimde, üstüme siyah bir tayt ve aynı renkte bir sweatshirtü hızlıca geçirdim. Kulaklık ve telefonumuda yanıma almayı unutmayarak evden çıktım. Müzik dinlemek ve yürüyüş yapmak, böyle havalarda bana en iyi gelen iki şeydi.

Kulaklarıma dolan Jesse Rutherford'un bana huzur veren sesiyle kısa süren bir yürüyüş yapmış, en sevdiğim yerlerden biri olan Han Nehrine gelmiştim. Evimize yakın olması büyük bir şanstı, istediğim zamanlar sadece kısa bir sürede bu güzel manzaranın tadını çıkarabiliyordum.

Boş olan banklardan birine oturduğumda, etrafa kısaca göz gezdirmeye başladım ve bundan anında pişman oldum. Her yerde el ele tutuşmuş, mutlu mesut gezinen çiftler vardı ve bu bana aşk hayatımın ne kadar acınası olduğunu bir kez daha hatırlattı. Saçmalıktı, Taehyung'ın bana yaptığı onca şeye rağmen onu hala seviyor olmam saçmalıktı. Beni kandırmış, benimle alay etmişti ama aptal kalbim tüm bunları görmezden gelerek onun için atmaya devam ediyordu. Tükenmiş gibi hissediyordum, ona olan aşkım beni tüketmişti ve ben buna rağmen hala ondan vazgeçemiyordum. Kötü olan, vazgeçemem değildi aslında. Vazgeçmek istemememdi.

Oturduğum bankın boş tarafında bir bedenin varlığını hissetmemle birlikle, bakışlarımı kısa bir anlığına yanımdaki kişiye çevirdim. Tanrım, bu kesinlikle bir şaka olmalıydı. Onu düşündüğüm anda yanımda belirmesi hiç mantıklı değildi.

"Beni takip etmeye başladığından şüpheleneceğim." Dudaklarının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldığında, ben çoktan kulaklıklarımı çıkartmış onun söyleyeceklerini beklemeye başlamıştım.

"Biz buna kader diyelim." Tek kaşımı havaya kaldırıp ona baktığımda, sözlerine inanmadığımı açıkça belli ettim. Omuz silkerken gözlerini benden kaçırarak nehre çevirdi.

"Ya da, seni evden çıkarken görmüş ve peşinden gelmiş olabilirim." Gülsem mi ağlasam mı karar veremiyordum. Sevdiğim çocuk peşimden geliyordu ama ben bunun için mutlu olamıyordum bile. Cevap vermemeyi seçerek ayağa kalktığımda, hızlıca bileğime doladığı parmakları gitmemi engelledi. Dokunduğu yerler ruhumun titremesine sebep olurken, bakışlarımı tekrar umutla bana bakan yüzüne çevirdim.

"Gitme, lütfen."

Nasıl bu kadar iyi oynayabilirdi? Gözlerindeki gördüğüm o parıltı nasıl sahte olabilirdi, bunu nasıl başarıyordu hiçbir fikrim yoktu ve her seferinde ben buna nasıl kanıyordum?

"Neden kalayım?" dedim sesimdeki öfkeye engel olamazken. "Benden hala ne istiyorsun?" Geri oturmayacağımı farkettiğinde bu sefer ayağa kalkan taraf o oldu.

"Hiçbir şey." dedi fısıltıyla. Sesi öyle güçsüz çıkmıştı ki, bir an kendimi unutup onun için bile üzülebilirdim ama biliyordum ki, bu da sahteydi.

"Senden nefret ediyorum," dedim bileğimi sertçe çekip onun elinden kurtarırken. "Utanmadan hala benimle nasıl konuşabiliyorsun, aklım almıyor!"

Ani parlayışım onu şaşırtmış, birkaç saniye öylece bakakalmasına sebep olmuştu. Evden biraz da olsa iyi hissetmek için çıkmıştım fakat, huzurumu kaçıran en büyük varlık yine karşıma çıkmış ve her şeyi mahvetmişti, her zaman olduğu gibi.

"Ben anlamı—"

Histerik gülüşümle sözleri yarıda kesilirken, sabrımın son noktasındaydım ve artık ne olursa olsun diye düşündüm. Susmanın hiçbir anlamı yoktu, nasıl bir pislik olduğunu yüzüne vurmam gerekiyordu.

"Anlamıyorsun? Tanrı aşkına, Taehyung sen kimi kandırmaya çalışıyorsun? Her şeyi biliyorum ben! Benimle oynadığını, sana aşık olduğumu öğrendiğin andan beri benimle alay ettiğini, her şeyi biliyorum pislik herif ve artık ne seni görmek, ne de seninle konuşmak istiyorum. Kalbimi yeterince kırdın zaten, sen kazandın. Artık defol git hayatımdan."

Sonlara doğru titreyen sesime lanet etmiş, bağırmaya başladığımdan dolayı bize dönen bakışları farketmiş ama umursamamıştım. Şu an düşünebileceğim en son şey rezil olduğumdu. Taehyung'ın dudakları hafifçe aralanmıştı. Bakışlarında öyle çok ifade geçiyordu, çözemiyordum ne düşündüğünü veya ne hissettiğini.

"Lisa, bak her şeyi açıklamama izin ver. Seni kırdığımı biliyorum ama—"

Ve ben, ilk defa kendimi bu kadar kaybetmiştim ve Taehyung'a tokat atmıştım. Hayatımda ilk kez birine vurmuştum ve bu kişinin sevdiğim çocuk olması trajikomik bir olaydı. Gözlerini birkaç saniyeliğine kapatmış, derin bir nefes almıştı ve ben ağlamamak için dudaklarımı dişlemek zorunda kalmıştım. Ona vurmak istememiştim, yemin ederim istememiştim fakat hala pişkince konuşmaya devam ediyor olması beni delirtmişti. Sinirlerim tamamen alt üst olmuştu ve bir an kendimi kaybetmiştim.

Hızlıca arkama döndüğümde gözyaşlarım kendiliğinden akmaya başlamıştı ve bu sefer, gitmeme engel olmamıştı. Bir hafta, dedim içimden. Sadece bir hafta sonra apartman toplantısı vardı ve bu, onum sonsuza kadar hayatımdan çıkması demekti. Her şey bitecekti ve benim sadece bir hafta daha sabretmem gerekiyordu.

 Her şey bitecekti ve benim sadece bir hafta daha sabretmem gerekiyordu

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Sınır;
Vote, +200
Yorum, +100

apartment fourHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin