susmalarım bitmiyordu. sorulara cevap bulamıyor, içimdeki kuzgun alevleri püskürtemiyordum. hayatım şu yaşıma kadar hiç kolay geçmedi, aksine her günüm bir öncekinden daha baskıcı, her nefesim bir öncekinden daha yakıcı oldu.
bir şeyleri değiştirmek isterken kendimi baştan yarattığımın farkına geç vardım. her bir yenilik parmak boğumlarıma sızan kanı getirdi beraberinde. birine söz vermek için önce o birini bulmam gerekirdi. bu yüzden gri bilmese de onu bulmuş ve ilk sözümü gecenin bir vakti içten içe kahverengi saçları arasında vermiştim. ne olursa olsun bu menekşe kokusunun solmayacağını, burnumun ucunda dahi olmasa hep bir yerlerde yaşadığından emin olacaktım.
sabaha kollarımın arasında gözlerini açtığında onun küçük yüzünü izliyordum. gece derince çektiği uykusunun aksine gözümü kırpmamıştım. bu evde uyumam imkansızdı. sadece onu izledim, sırtının üzerine düşen gece lambam saatlerce aydınlığım olmuş ve dar omuzlarının etrafına sarılı kollarım dünyaları sığdırmıştı göğsüme. uyandığında yumuk gözleriyle birkaç dakika çenemin altından sessizce beni izledi. ardından burnunun ucunu çeneme bastırıp yanaklarımın üzerine yükselerek bir günaydın öpücüğünü armağan etti solgun elmacıklarıma.
kahvaltıyı dışarıda yapmak adına konuştuğumuzda dakikalar içinde sıcak yataktan çıkmış ve sonbaharın kapımızı çaldığı rüzgarlı havada hoseok' un motorunu almadan sokaklara atlamıştık. gideceğimiz yeri kendi seçmek istediğinde itiraz etmedim. uysaldım bu gün, yüzünden düşmeyen gülümsemesiyle heyecanla bir şeyler anlatırken arada mırıldanarak onu onaylıyor geri kalan zamanda ise yüreğimdeki ferahlıkla koluma sıkıca sarılı olan bedenini izliyordum.
bizi sakin bir kafeye getirdiğinde cam kenarındaki iki kişilik masaya sürükledi. oturduğumuzda dolabımdan aşırdığı şalı boynundan çıkarıp ince dudaklarını araladı.
"buranın yemeklerine bayılacaksın hyung, ilk kez corby getirmişti bizi. geldiğimizde o kadar çok yemiştiki sonunda mide spazmı geçirdi aptal." başını iki yana sallayarak onaylamazca mırıldanırken bir yandan da aklına gelen anıyla gülüyordu.
şalını dizleri üzerine örtüp parlak kahvelerini tekrar yüzüme ilikledi.
"onlarla tanışmanı çok isterim, aslında sürekli senden bahsediyorum. merak ediyorlar haliyle," dudaklarını birkaç salise birbirine bastırıp tereddütle devam etti. "sende tanışmak ister misin?"
boğazımı kaşındıran hissi yok etmek adına öksürdüm, geçmedi.
ellerimi deri ceketimin cebine sıkıştırıp sandalyemde geriye yaslanarak dağınık saçlarının alnına dökülüşündeki simetriyi izledim.
"sanırım istemezsin." dedi benden cevap alamayınca. mimiklerini sabit tutmaya çalışsada gözlerindeki birkaç ışık fenerinin söndüğüne yemin edebilirdim.
sesimi toparlayarak "uygun bir zaman ayarlarız." dedim.
başını önüne çektiği menüden hızlıca kaldırıp kıkırdadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
weakened. jackbum✔
Fanfictionkalbime sızmak için an kolluyor, karanlığımla sevişmek için can atıyordu. gri, hiç olmadığı kadar bulanık ve tutkuyla harmanlanmıştı.