Tıngır mıngır rahat ve huzurlu bir şekilde otobüs yolculuğu yapıyorum demek isterdim ama malesef insanlarla iç içe olduğum bir andayım yine. Yaşadığım şehrin kabalık olmasının zararlarından biri daha. Dışarıda insan seli, boş alan bulmak çok ama çok zor. İnsanlar kendilerine baş başa romantik bir an oluşturmak istese o bile çok zor hatta imkansız.
Nefes alamıyorum, Tanrım, nefes almak çok güç. Arkamdaki kadına değmemek için ayrı çaba sarfediyorum; ortada kalmak ise en kötüsü.
Üstüme geçirdiğim gömleğin ilk iki düğmesini dayanamayıp açtım. Şimdiden terledim, gömleğin sırtıma yapıştığını hissediyorum. Sanırım otobüsten indikten sonra bir lavabo bulup üstüme çeki düzen vermem gerekecek. Çünkü şu an iş görüşmesine gidiyorum, bu yüzden o kadar özenmem boşa olmamalı.
Ben bir sağa bir sola savrulup ayakta durmaya çalışırken öyle böyle zaman, geçiyor duraklar. Her otobüs durup hareket ettiğinde, frende, virajda otobüs şöförüne sövmeden edemiyorum. O kadar iğrenç kullanıyor ki bir ara çığlık atacaktım ucundan döndüm resmen! Daha ne kadar lanet bir gün olabilir Tanrı aşkına!
Geçen durakların ardından otobüs biraz olsun boşalmış bende rahatça nefes almıştım. Zaten boşalmasaydı kesin ben inerdim ya, neyse..
Cam tarafına geçiyorum, çok şükür! Bir iki durak daha rahatça gidiyoruz ama otobüsün durduğu diğer duraktan yine sürü gibi insanlar binince otobüs tekrar doluyor. Ne durakmış arkadaş. Neresi burası? Meydan veya iş merkezinin önünde falan mıyız acaba?
Neyse ki bu sefer cam tarafındayım da savrulmuyorum öteye beriye. Gözlerim dışarıya dalmışken, kulağımda müziğin hoş tınısı derken yağmur başlıyor. Kafamı otobüsün içine çevirdiğimde baştan ayağa simsiyah bir adam görüş açımda anında. Saçları bile siyah durumun fazlalığını anlatmaya çalışıyorum. Yoksa saçlarının siyah olması anarmol bir durum değil ama eminim çorapları bile siyahtır yani. Renkten midir bilmem ama dikkat çekici ve bu çekiciliği beni de etkiledi incelemeye başladım istemsizce. İlginç biri gözleri sabit bir noktaya bakıyor, otobüs ne kadar sarsılırsa sarsılsın o uzun boyunun verdiği avantaj ile demire tutunmuş yerinden bir tık bile oynamıyor.
Kalçalarına yapışan kot pantalonu, siyah kazağı, deri ceketi ve postallarıyla tam bir moturcu gibi ve zaten büyük ihtimal öyle. Adamın giyimini bırakıp bu sefer yüzünü dikkatle inceliyorum. Yüz hatları çok belirgin, gözleri koyu kahve hatta siyah bile olabilir. Hadi canım..
Dudakları ince omuzları çok geniş, burnu siv...Tamam, yeter bu kadar. Ben ne yapıyorum?
Derken adam bir anda sabitlediği gözlerini bana çeviriyor. Hassiktir! O kadar dikkatli bakarsan böyle olur işte aptal, adama verdin enerjiyi verdin enerjiyi.
Far tutulmuş tavşan misali ona bakakalmıştım. Yüzüm ifadesiz ama kalbim yakalanmanın verdiği utançla göğsümü deliyor. Saçlarının önü uzun olduğunda gözlerini kapatsa bile ince saç tellerinin arasından keskin gözlerinin odağı ben oldum resmen. O utanmıyor ya da çekinmiyor. Ama ben fazlasıyla utangacım bundan dolayı kafamı tekrar cama doğru çevirdim. Öyle insanların gözlerine uzun uzun bakamam hatta şaşkınlıkla ona baktığım süre bile benim için çok fazla. O beni yakalamasa belki o kadar süre bakamazdım gözlerine. Gözlerle ne alıp veremediğim var bilmiyorum ama olmuyor, bakamıyorum. Belki de gururum izin vermiyordur, ne bileyim? Ne gururuysa o da..
Bunları düşünürken camdan dışarısını izlemeye çalıştım önce ama gözlerini hala üstümde hissettiğim için bu çok güç. Hissetmesem bile camın yansımasından bana baktığı net bir şekilde görülüyor. Camdan izlerken oradan onu kestiğimi anlayıp bu sefer gözlerini oraya çevirince ikinci kez yakalanmanın verdiği utançla bu sefer anında kafamı eğdim. Gel direkt sırtımı del daha iyi!
Kafam aşağıdayken cebimden telefonumu elimi aldım. Kafamı dağıtmam lazım, kapılamam! Müzik listemden şarkı seçerken aynı zamanda benim miniğe mesaj atıyorum. Gelemedi bir şu durak, inemedim şu lanet araçtan.
Kaburgalarımı demire yaslamış yan bir şekilde dururken sırtımda bir el hissetmiştim. Arkamı dönüp baktığımda arkamda bir adam elini demire koymuş tutunmaya çalışıyor. Boşverip önüme döndüğümde aralıklarla belime bir şey değmeye devam etti. Tam arkamı dönüp 'hayırdır' temalı atarlanacakken o siyahlı çocuk otobüse binenlerle birlikte benim çarprazımdayken arkamda konumu alıyor. Şu an dönsem tam önümde kalır yani. Düşüncelerimdekini gerçekleştirip döndüğümde bir anda yüz yüze kaldık ve şokla gözlerim büyürken hissettiğim duyguları yansıttığım için içten içe savaş başlatmıştım kendime. Kafamın içinde anında milyonlarca düşünce geçiyor sanki; asla mantıklı düşünemiyorum.
Onun yanındaki -bir saattir bana elini sürten- adam tam yanıma, cam kenarının boşalmasıyla oraya geçiyor. Bunda bir halt var ama neyse.
Birazdan inicem o yüzden cama dönmeden ekrandan durakları izlemek için bu sefer kafamı o tarafa çevirdim. Önümdeki zaten bana bakmıyor, kasamam hiç. Son 2 durağım kaldı derken yanımda bir hareketlilik. Kafamı çevirmemle cama dayalı bir el. Ne? Anlık şok, olayı kavrayamadım resmen.
Yanımdaki adam her ne yapmaya yeltenecekse artık, karşımdaki siyahlı çocuk cama elini koyup ona engel koydu. Çocuğun bakışları adamın üstünde, gözlerini kısmış ona bakıyor.
"Uzaklaş," diye sessizce tıslamasıyla ben bile irkildim. Muazzam ama çokta korkutucu, bu nasıl bir ses tonu. Gözleri hiç iyi bakmıyor zaten, birazdan adamı dövecek sövecek. Ben ona bakmaktan diğerine odaklanamıyorum bile. Kafamın yanında asılı kalan koluna dikiyorum gözlerimi. Beni korudu, göz yumabilirdi ama o korudu. Takdir ettim doğrusu.
Yanımdaki adam korkuyla uzaklaşıp arkaya geçerken benim ineceğim durak gelmişti, siyahlı çocuğun kolunu dayamadığı taraftan çıkmıştım. Arkamı dönüp ona teşekkür edecekken onunda benimle birlikte kapıya geldiğini gördüm. Benim için mi acaba? Yok daha neler Jackson. Ha bir de sana aşık olmasını falan bekle! İlk görüşte aşk zımbırtıları falan.
Otobüs durduğunda bizimle birlikte birkaç kişi daha indi. Ama bendeki de güzel hayal gücüymüş he...
Adam benim tersim olan yöne yürümeye başlamıştı bile. Tüh, teşekkür edecektim ama ben hayallerimi yıktı resmen şu an. Takılmamaya çalışarak bende kendi yönüme doğru yürümeye başladım.
Yaşanılanları düşünerek elimdeki adresle sonunda kitapçıya varmıştım. Burası beklediğimden bile daha büyük. Kapıyı açar açmaz koskacaman raflar beni karşıladı. İnanılmaz heyecanlı ve istekliyim. Bu iş benim olmalı!
¤
Oldu bile! Hatta her şey çok kolay olmuştu. Kitapçının sahibi orta yaşlı bir kadındı ve beni görür görmez çok sevmiş, sanki iş görüşmesine gelmemişim gibi benimle arkadaşça muhabbet etmişti. Sonrasında ayağa kalkıp elimi sıkmış ve işe alındığımı söylemişti.
Hafta başında iş başı yapacaktım. Gündüzleri okulum olduğu için ben akşamları buraya gelecektim. Öğlen 4'den akşam 9'a kadar. Az saate rağmen maaşı da çok iyi; bu sefer şans benden yana sanırım. Sıkıntılı geldiğim yolları mutlu bir şekilde dönerken aklıma siyahlı çocuk gelmişti. Siyahlı da saçma bir takma ad oldu ama o renk bütünüyle onu sardığı için aklıma direkt basit olarak bu gelmişti. Adını bilmiyordum sonuçta..
Acaba o da buralarda mı oturuyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Klasik Siyah & jackbeom
FanfictionKitap kokusunun hakim olduğu rafların arasında dolaşan siyah bir gölge. Ön yargılarımızı yıkmaya hazır mıyız?