"Aramıyor, soğuk yapıyor. Canım acıyor Mary." Un çuvalı gibi yığıldığım koltuk köşesinden sızlanıyordum. Mary konuşmayınca ona gözlerimi çevirdim ama artık o da beni dinlemeyip koltuk kenarına sızmıştı. Elimdeki şişeden tekrar bir yudum aldığımda inleyerek kalktım yerimden.
"Ben ona böyle mi yapmıştım ama? Niye hala barışmıyoruz? Niye hala küs ki bana?" Ağlak tonda konuşurken oturduğum yerden kalkmaya çalışıyordum bu sırada. Mary gözlerini açmış beni izlerken benden daha ayık olduğunu anladım o an. Muhtemelen uykusu gelmiş olmalıydı. O beni izlerken zar zor gittim duvarın önüne. Başımı geç dünyam dönüyor şu an. Kafamı duvara yasladım ve ellerimle soğukluk aradım. Bu saçma hareketi neden yapıyorum, diye sorgulamak bile gereksiz şu an için. Bu kadar içmeye çoktan bir köşede sızmış olmalıydım. Sadece şu an vücudum yanıyor ve soğukluk arıyorum. Ev zaten sıcak üstüne fazla kaçırdığım alkol beni iyice bunalttı.
"Sen ara Jackson?" Mary dakikalar önceki olan söylenmelerime cevaben konuştuğunda alnımı soğuk duvardan çektim. Ben arayayım tabi ya. Güzel dedi ama..
"Hep ben aradım zaten."
"Yine ara."
Kafamı çevirip arkamda kalan arkadaşıma baktım. Sanki duymak istediğim buymuş gibi anında ikna olup "arayayım bence de ya," dedim.
Dengesiz adımlarımla duvara tutunarak, bazen yanlaya yanlaya koridorda ilerleyip yerde duran çantamı zar zor tutup kaldırdım. Elimdeki içkiyi yere bırakıp çantanın içinde telefonumu ararken sızlayan dizlerim ve alkolden sağlayamadığım dengem yüzünden daha fazla dayanamayıp yere çöküp oturdum.
"Of nerde bu," gözüme düşen saçımı üfleyerek kaldırmaya çalışırken sonunda telefonumu bulup ve zorlukla oturduğum yerden kalktım. Elimdekiyle aynı zorluklar ile odaya döndüğümde içkiyi yerde bıraktığımı fark ettim ama cevaplanan çağrı ile dikkatim tamamen aşık olduğum sese kaydı.
"Efendim?"
"Jaebum." Ağlamaklı tonum sesini duyunca iyice kısılmış ve boğazım düğünlenmişti. Ayakta dengemi kuramayıp koltuğa düştüğümde "ah," diye inlemiştim.
"Jackson?" Sert tonu tüylerimi diken diken yaptığında hemen cevapladım onu.
"Buradayım."
"Bir şey mi oldu? Saat geç, niye uyanıksın sen?" Sesi bir değişik gelse bile ben bu kafayla bunu asla çözemezdim. O yüzden şu an sadece söylediklerinden yola çıkmanın mantıklı olduğuna karar verdim.
Birkaç saniye sustum ve telefonu kulağımdan çekip ekrandaki saate baktım. Saat gece dört olmuş resmen. Uykusundan uyandırdım muhtemelen ama şu an bu hiç umrumda değil.
"Mary'nin evindeyim ben." O da sustu birkaç saniye.
"İçtin mi sen?"
"Boşver onu. Nerelerdesin sen? Özlemedin mi hiç beni, hı?" İşte benden bu kadar; şu an gerçekten ağlıyorum. Bu sesime yansıyordu ki yansımasa bile burnumu çekişimden bile anlardı. Elimde değil, özlem boğuyor ve içtiğim fazla alkol duygularımı iyice açığa çıkarıyor.
"Sarhoşsun resmen!" Sert seni bana ulaştığında sızlandım.
"Bağırma bana, yeter." Minik hıçkırıklarım ile konuşmaya çalıştığımda iç çektiğini duydum.
"Jackson Wang daha hangi tarafların ile tanışacağım acaba?" Sesinin yumuşadığını bu halim ile bile anlarken ben iç çekmiştim bu sefer de.
"Zamanımız bol, bir ömür kadar." Nasıl bu cümleyi kurabildim bilmiyorum ama sonraki cümlesiyle düşüncelerim de yarım kaldı. Şu an çok yönlü düşünemiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Klasik Siyah & jackbeom
FanfictionKitap kokusunun hakim olduğu rafların arasında dolaşan siyah bir gölge. Ön yargılarımızı yıkmaya hazır mıyız?