Kaç dakika olduğunu bilmediğim bir süredir Jimin'i izliyordum ve çok garip bir şekilde sıkılmamıştım. Dolgun dudakları düz bir çizgi halinde, kafasını geriye yaslamış bir şekilde uyurken fazla şey görünüyordu... şirin? Kendi kendime sırıttım ve yatağın ayarlarıyla oynamak için elimle düğmeyi aradım. Yanımdaki komidindeki plastik vazoya elimin değmesiyle vazonun düşmesi ve çıkardığı ses -ki bu oldukça kısıktı- Jimin'in uyanmasına yetmişti.Hızla gözlerini açtı ve etrafına bakındı. Gözü bana çarpınca ona gülümsedim, ama ondan bir tepki gelmedi. Bu halini anlayamasam da sesimi çıkarmadım ve sadece izledim. Gözlerini ovuşturdu ve bana baktı yeniden. Yüzünde her zaman olan ışıl ışıl ifade gitmiş, rengi solmuştu.
"Günaydın" dedim sesimi neşeli çıkarmaya çalışarak. Koltukta geriye yaslandıktan sonra kısık bir sesle konuştu.
"Günaydın. Bugün nasılsın?"
Açıkcası Jimin'in daha çok heyecanlı olmasını bekliyordum. Yani başıma gelip 'Aman Tanrım Jungkook! Çok korktum! İyi misin?' Falan demesini.
"İyiyim ama sen iyi değil gibisin?"
Tek elini önemsiz dercesine havada salladığında daha dik oturdum.
"Jimin... ben sana ne dedim? Yani uyandığımda?"
Gözlerinin dolduğunu fark edince merakla ona baktım. Başını havaya çevirdi ve gözlerini birkaç kere kırpıştırdı.
"Hiç." Sesinin titremesi onu ele verse de yüzündeki ifadesizliği bozmadan bana baktı.
"Jimin?" İsmini bastırarak söylediğimde yüzüne acı bir tebessüm yerleştirdi.
"Sadece sevdiğin kızın adını sayıkladın. Bu normal. Önemsiz yani."
Bana oldukça kırılmış olduğunu ve ağlamamak için zor durduğunu görebiliyordum.
"Sevdiğim birisi yok"
Alaycı bir şekilde güldü ve kafasını başka bir tarafa çevirdi. Şimdi kalkabiliyor olsaydım, ona sarılırdım. Ama her yerim ağrıyordu.
"Beni neden çağırdın?"
Güzel soruydu ama nedenini bende bilmiyordum. Ne diyebilirdim ki?
" Yanımda olmana ihtiyacım vardı."
Ayağa kalktı ve sandalyeyi yanıma doğru sürükleyerek oturdu. Yüzünde aynı ifadesizlik vardı.
"Benim de sana ihtiyacım olduğu çok zaman oldu. Ama sen yoktun. Canım acıyor.." Diye fısıldadığında bir şey diyemedim.
"Sevdiğim çocuk başkasını seviyor. Beni asla sevmeyecek. Bense.. iki haftadır şu hastanede yalnız başıma ağlıyorum. Senin uyanman için etmediğim dua kalmadı. Sana bir hikaye anlattım, sen uyanmadan önce. Benim için fazla özel bir hikayeydi. Ama sen uyandın ve.. ve Rosaleen dedin. Canım acıyor."
Yüzündeki ciddi ifade yerini acı dolu çaresiz bir gence bıraktığında yutkundum.
"Hikayenin ismi neydi?"
"Yeni çocuk ile turuncu ayakkabılı çocuk."
Anlamazca ona baktığımda neşeden uzak bir şekilde güldü ve kafasını iki yana salladı.
"Boşver." dedi omuz silkerek. Yatakta doğruldum ve çenesinden tutarak gözlerimizi kenetledim. Gözyaşlarını yavaşça sildim ve konuşmaya başladım.
"Özür dilerim. Yemin ederim ki, artık Rosaleen'i sevmiyorum. Bir anlık ağzımdan çıkmış olmalı."
Yüzlerimiz arasında santimler varken gözlerini kapatarak bekleyen yaşların akmasına izin verdi.
" Ben... ben artık senden vazgeçmeye çalışacağım Jungkook."
Şaşkınca ona bakarken, açılan kapı ve tanıdık sesten yükselen şaşkınlık nidasıyla Jimin ile aramızdaki mesafeyi açarak anneme döndüm. Gözlerini açmış bize bakarken daha ne kadar sıçabileceğimi düşünüyordum.
"Jeon Jungkook! En yakın arkadaşının sevgilisiyle flörtleşmediğini söyle bana!"
Ben daha bir şey diyemeden Jimin yavaşça ayağa kalktı ve gözyaşlarını sildikten sonra karşısına geçti.
"Ben Yoongi'nin sevgilisi değilim efendim. O bir anlık yalandı. Ve biz Jungkook ile flörtleşmiyoruz."
Annem Jimin'e şaşkınca bakarken hiçbir şey diyemedim ve olacakları izledim.
"Peki sen kimsin?"
Anneme buruk bir tebessümle karşılık veren Jimin bana döndü ve bakabileceği en kırgın şekilde gözlerime baktı.
"Ben... ben hiç kimseyim."
Annem de ben de şaşkınca ona bakarken, hızlı adımlarla odadan çıkıp beni yalnız ve karışık bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
where do broken hearts go? ✔️
Fiksi PenggemarJimin, Jungkook'a 1,5 yıldır platonik aşıktı ve en sonunda ona mesaj atmaya karar verdi -jikook