Bazen evden hiç çıkmak istemiyordum. En az bir ay evde kalayım ve dışarıyla olan tüm ilişkimi, tüm bağımı keseyim istiyorum. Herhangi bir insan ile muhatap olmazsam daha az derdim olur, daha az üzülürüm diye vehmediyordum. Biraz kafa dinlemek, kendimle baş başa kalmak ve düşüncelerimi toplamak istiyorum. Kendimi toplamak istiyorum...
Bir yerde okumuştum. Özellikle son asırda artan hastalıkların ve artan hastanelerin sebebi insanların fazlasıyla stres yapmasıydı. Böyle bir zamanda azalan iman ve gönül doygunsuzluğu insanları tamamen dünyaya ve nefsine esir kıldığı için insanlar her şeyde stres yapıyor ve sürekli gelecek için endişeleniyordu. Hâlbuki Yüce Allah'ın gaybı bildirmemesinin sebeplerinden biri, insanı insandan daha iyi tanıyor olmasından kaynaklanıyordu. Eğer ölüm günümüzü veya saatimizi bilseydik geri kalan ömrümüz zehir-zıkkım gibi geçerdi. Hiçbir insan bunun stresiyle hayatını sürdüremezdi. İşte Yüce Allah bu kadar merhametliydi. Geleceği bize bildirmemesi yine bizim iyiliğimizdendi.
Ancak insanlar İslam'dan o kadar uzaklaşmış ki her şeyi kendisinin halledebileceğine inanıyor. Kendi kendinin maliki zannediyor. İnsan aciz bir varlıktır. Her şeyin altından kendi başına kalkması mümkün değildir. İlla ki birilerine ihtiyaç duyar, birinin desteğini ister. Fıtraten böyle yaratılmıştık.
Oysa iman, teslimiyet demek değil miydi? Tevekkül etmek demek değil miydi? İman eden kişi Allah'a derin bir teslimiyet ve güven içerisinde olduğu için ne gelecek için ne de dünyalık hiçbir şey için endişelenmez. Her şeyin Allah'tan geldiğini bildiği için stres yapmaz. İyi ve kötü gibi isimleri koyan insandı ama müslüman her şeyin Allah'tan olduğunu bildiği için bazen şer bildiği şeylerin bile kendisi için daha hayırlı olduğunu bilirdi.
Stres, hastalığın bir numaralı öncüsüdür. Asr-ı Saadet döneminde hastalanan yoktu. Neden? Çünkü en çok iman onlardaydı. En derin iman, teslimiyet ve tevekkül onlardaydı. Onların tek derdi Allah'ın rızası ve İslam'ın yayılmasıydı. Ah Umut da böyle olaydı, ben de ve tüm Ümmet-i Muhammed (SAV)...
Bugün annemler gelecekti. Ben ve Umut ise salonda oturmuş, onların gelmesini bekliyorduk. Dün geceki olaylardan sonra Umut gitmiş ve yemek yemediğimi öğrenince geri dönüp beni zorla aşağıya indirmiş ve birlikte yemek yemiştik. Annemlerin geleceğini ve Umut'a haber vermem gerektiğini ağlamaktan, üzülmekten unutmuştum. Yemek yiyince aklıma gelmişti. Umut'a söylediğimde ise beklediğimin aksine oldukça normal karşılamış ve beni oldukça şaşırtmıştı.
"Ama gerçekten evli rolü yapmamız gerekecek?"dediğimde,
"Zaten iyi birer arkadaş olduğumuz için şüphelenmeyeceklerdir, endişelenme."demişti. Arkadaş lafına ne kadar üzülsem de ağlamaktan yorulmuştum. O yüzden sessiz kalmış ve başımla dediğini onaylamış gibi yapmıştım. Kalbim ne kadar onaylamasa da...Şimdi ise aynı kanepede uç uca oturan iki yabancı gibiydik. Ne o konuşuyordu ne ben... İkimiz de annemlerin gelmesini bekliyorduk. Ben hâlâ ona kırgın, o ise hâlâ benden kaçıyordu. Böyle nereye varacağımızı hiç bilmiyordum...
Bir süre sonra evdeki derin sessizliği bozan Umut'un telefonu olmuştu.
"Efendim Can?"
"..."
"Ne! Lan neden daha önce söylemedin!"deyip ayağa kalktı. Onunla birlikte ben de ayağa kalktım korkudan. İnşaAllah kötü bir şey yoktur. Allah'ım Sen koru!
"..."
"Ciddi misin oğlum? Oh! Allah'ım Sana şükürler olsun. Şu an üzerimden büyük bir yük kalktı."deyip başını tavana kaldırıp alnını ovdu ve rahat bir nefes verdi.
Telefonu kapattığında daha fazla dayanamayıp "Ne oldu Umut? Bir sorun mu var?"diye soracaktım ki birden "Allaaah!"deyip yanağımdan öpünce kalbimin ritmi şaştığı gibi aklım dahi neye uğradığını şaşırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ADI MUCİZE OLSUN
Novela JuvenilSakar, komik, saf ruhlu, 21 yaşında, PDR okuyan, başarılı bir genç kız; Mucize Güngören. Sessiz-sakin, soğuk, 23 yaşında, mimarlık okuyan, bebek yüzlü bir genç adam; Umut Tekinoğlu. Aileleri tarafından hiç istemedikleri halde evlendirilen iki gencin...