Bölüm 48 - Kalp

3.7K 230 47
                                    

Alın bir de Karanlığın Şafağı olsun size... Çok özledim ben buraları...
İyi okumalar...

'Tibet.'

'Yapamam. Yapamam abi.' Göktuğ'un elindeki küreğin ucu tutulduğunda bakışlar yanlarındaki adama kaysa da Vuslat büyük bir sakinlikle almıştı. Kızının üzerini örtüyordu. Kızının üzerini bu dünya üzerindeyken son kez örtüyordu. Çocukken yaptığı gibi saçlarını okşama fırsatı dahi bulamayacaktı artık. İçinden bin parça kopuyordu ama Vuslat hala sarı cadısını bir daha kokusunu alamayacağı bir kuyunun içine bırakıyordu. Aldığı nefes içine keder oluyordu.

Hep ne derlerdi sahi? Allah sıralı ölüm nasip etsin... Neredeydi bu sıra? Vuslat kaçıncı kez çocuklarının ölüme yürüyüşünü izlemişti? En sonunda vermişti işte birini toprağa. Artık yaratana emanetti gözünün nuru, kızlarından biri. Her toprak atışında gözünde koskoca bir mazi canlandı.

Canan hanım ve Yavuz ile ilk eve girişi, konuşmaları, gözlerine sürekli kıpırdanan kirpikleriyle bakışı... İnatçı ruhu bir tek kurşuna mı dayanamamıştı sahi? Her derde göğüs geren kızı bir kurşunda nasıl olmuştu da toprağa karışmıştı? Öğrendiklerinden sonra o ufacık bedenin kendine sıkıca sarılışı ve o hırçınlığın artık sadece aile dışındaki kişilere karşı devam edişi. Hepsi bir bir gözünün önünde dolaşıyordu. Altın sarısı, başak tarlası gibi parlayan saçların o yemyeşil bahçede savruluşu... Kendine güvenen koca koca gözlerle bakışı, minicik bedeninin kaldırdığı ağır yükler sonrası kendine sarılıp ağlayarak hafiflemesi. Tuanna'sı neden bir türlü o kederin içinden çıkamamıştı? Neden her seferinde bir noktadan vurulup düşmüştü, daha sonrasında kalkmıştı da şimdi kalkmıyordu?

Beyninin içinde yankılanan onlarca soru içini kemirirken çoktan burnunun direği sızlamaya başlamıştı Vuslat'ın. Daha dün gibi hatırladığı günlerde kucağında uyuyup kalan yavrusu şimdi kana bulanmış gelinliğiyle sonsuzluğa elini uzatmıştı. Neden bu kadar ağır geliyordu, niye kalbi bedenine büyük geliyormuş gibi hissediyordu.

'Baba.' Taner adamın kolundan yakaladığında ancak dünyaya dönebildi adam. O ana kadar fark etmemişti kalbini tutup duraksadığını. Oğlu destek olup usulca geriye çekilmesini sağladığında mezarlıklardan birinin kenarına oturdu.

'Hastaneye gidelim.'

'Evladımı toprağa verdim ben oğlum. Hiçbir doktorda bunun ilacı yok.'

'Baba yapma.' Taner dolmaya başlayan gözleriyle Vuslat'ın kara bakışlarını çarpıştırdığında iç çekmişti.

'Ne olur kalk hastaneye gidelim.'

'Eve geçince doktoru çağırırız abi.' Tibet bakışlarını babasıyla abisi arasında gezdirdiğinde derin bir nefes almaya çalıştı. Ama sadece çalışmıştı. İçi öyle daralıyordu ki hiçbir kelime ona kifayet etmeyecek gibi geliyordu.

İnsan belki de hayatımın dönüm noktası dediği bir günde mi toprağa verilirdi hiç aklı ermiyordu kimsenin. Boğazlarında bir düğüm vardı, Tuanna'yı tanıyan herkes o düğümün uzun bir süre boğazlarında kalacağından emindi.

'İptal edin.' Ateş'in fısıldarcasına ve güçlükle çıkan sesiyle beraber Vuslat'ın bakışları ona döndüğünde adam kulağından telefonu çekip cebine atmıştı. Sabahtan beri hiç susmamıştı telefonu adamın. Ya baş sağlığı için arıyorlardı ya da haftalar öncesinden planlanmış programları koordine edenler. Ateş ise eksiksiz her aramaya cevap vermişti. Başkasına bırakmıyordu, bırakamıyordu. En azından hayata dair tutunacak, yaşadığını hissettirecek bir detay arıyor gibiydi kendine.

Karanlığın Şafağı |Şafak Serisi|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin