Kafe her zamankinden daha sessizdi, içeriye ne gelen vardı ne de sipariş isteyen.
Dolunay ise kendini odasına kapatmıştı, o günden sonra bir daha işe gitmedi.
Su, paltosunu giyip karlı havada dışarıya çıktı, patron gözlüğünü takarken Su'ya döndü,
"Bundan emin misin Su?"
"Elbette bana güvenin, Patron."
...
Su, Dolunay'ın kapısını çaldığında içeriden tıkırtı sesi bile gelmiyordu. Kulağını kapıya dayayan Su sessizce konuştu,
"İçeride olduğunu biliyorum Dolunay."
Ses gelmediğinde Su başını geri çekip elini kapıya koydu,
"Onu sevdiğini biliyorum, ona değer verdiğini de... Ama bu hiç bir şeyin sonu değil. Bizim güçlü kalmamız gerekiyor o bizi böyle görmek istemezdi değil mi?... Dolunay... Senden işe geri dönmeni istemek için değil... Buraya sana haber vermek için geldim. Rüzgar en son bir kırtasiyede görülmüş, kendi kendine konuşuyormuş ve kısa süre sonra da orada bayılmış, hastaneye kaldırmışlar fakat göz açıp kapayana kadar kaçmış."
Dolunay sinirlerine hakim olamadan bağırdı,
"Eğer böyle görmek istemeseydi bütün bu olanları yapmazdı ya da hastaneden kaçmazdı! Bunların hepsi o James yüzünden!"
"Dolunay... Duydun mu ne dediğini..."
"Ne?"
"Bunu bilerek yapıyor olamaz... Ben... Ben de buna inanmak istemiyorum! O james'e direnemedi ve yardıma ihtiyacı var!"
Dolunay kapıyı yavaşça açıp dolu gözlerle Su'ya baktı, Su gülümseyip içeri girdiğinde,
"Su abla... Peki onu nasıl bulacağız?"
"Dolunaycığım... Patron onu takip ettiriyor fakat bana da nerede olduğunu söylemiyor bunun sadece kendisinde gizli kalmasını istiyor."
"Ne demek kendisinde gizli kalmasını istiyor! Amacı ne?"
"Dolunay... Sana izletmem gereken bir kaç haber var..."
...
Hastanede, hasta bir adamdan çaldığım palto ve bere ile birlikte karlı havada yürümeye devam ettim.
Lanet olsun nerede ki bu Sylwia? Ona dokunmamam gerekirdi şimdi nerede bulacağım bunları. Bir dakika şurada duran yaşlı adam bana neden bu kadar tanıdık geliyor? Komada iken Sylwia'nın anılardan bir tanesinde olabilir... Ama rolü neydi ki?
Yavaş adımlarla adamın olduğu yere kadar gittim.
...
Dolunay telefonu kapatıp başını aşağı eğdi ve sinirle konuştu,
"Ne yani... İkharlar kendilerini mi ifşaladı!"
"Dolunay... Cinayet işleyen bir kaç kişi olay yerinde hükumet tarafından gözetim altına alındı ardından o kişi üzerinde acımasız deneyler yapıldı... Hala yaşıyor mu o bile belli değil. Bilim adamları tarafından bedenlerinden bir tür sinyal aldılar... Artık varlığımızı biliyorlar. Dedektifler her yerde, dünyadan bizi silmek istiyorlar. Bilim adamları her türe isim verdi, ruhu kontrol edemeyenlere 'Kontrolsüz' edenlere ise 'Hükümdar' diyorlar."
"Ne yani... Rüzgar Kontrolsüz mü?"
"Evet, Hükumet henüz Hükümdar bulamamış fakat yüzlerce Kontrolsüz yakalamışlar ve hepsi karantinada deney altında. Dolunay, Kontrolsüz olmayabilirsin fakat duygu değişimlerin yüzünden Sidelya önüne geçebilir, en ufak göze batar isen asıl endişelenmemiz gereken kişi Rüzgar değil sen olursun."
"Sidelya'yı her türlü kontrol edebilirim, kendime güveniyorum ve Rüzgar'ı bulabilir miyiz artık?"
"Dolunay beni dinlemiyor musun? Dışarısı tehlikeli onu biz arayamayız, patrona güven tamam mı her şey onun kontrolü altında, senden istediğimiz asi olmayıp işine devam etmen."
"Takip ettiriyor demedin mi? Anlatsın her şeyi o zaman."
"Dolunay, patronuna güven."
"Su abla dediğim şeyleri anladın mı yoksa tekrar edeyim mi? Patronun her şeyi anlatmasını istiyorum."
"Zamanı geldiğinde onu da yapacağına eminim... Eee yarın işe başlayacak mısın?"
"Hayır kendimi iyi hissetmiyorum eğer senin için de sakıncası olmazsa istediğim zaman başlamak istiyorum."
Su derin bir nefesin ardından Dolunay'ın yanağını okşadı,
"Ne zaman kendine gelirsen birtanem... Sadece aptalca bir şey yapma olur mu?"
"Tamam teşekkür ederim, her şey için."
Su gülümseyerek odadan çıkıp kafeye doğru ilerledi.
...
Adamın yanındaki banka oturup onun telefonda konuşmasını dinledim, bar gibi bir mekandan bahsediyordu, ne yani bu adam barmen falan mıydı? Hatırladığım kadarıyla Arden de barda çalışıyordu, telefon konuşması bittiğinde adama dönüp sordum,
"Affedersiniz istemeden kulak misafiri oldum bir bardan bahsediyordunuz..."
"Evet evlat yıllar önce bir barım vardı fakat çok içki çalımı olduğu için battı ve kapatmak zorunda kaldım."
"Demek patrondunuz çalışan değil... Peki ya Arden adında birini tanıyor musunuz?"
"Arden mi... düşünmem gerekiyor, Arden... Arden... Tabii ya o isimde çalışanım vardı Sylwia adında bir kız ile aynı dönem çalışmışlardı. Ah o kız yok mu başıma az bela açmadı."
"Bir saniye! Sylwia'yı tanıyor musunuz?"
"Elbette tanıyorum bir keresinde bir müşterinin kafasında içki şişesi patlatmıştı!"
"Demek siz onun patronuydunuz, peki ondan hiç haber aldınız mı?"
"Ah... Hayır istifa ettikten sonra ona ulaşamadım, sanırım hattını iptal etmişti. Peki sen onu nereden tanıyorsun? Kim bilir şimdi kaç yaşındadır. Ben seksen beş yaşına girdim o da altmış yaşından büyüktür."
"Ben... Bir şekilde onu tanıyorum... Ve görmeyeli çok uzun zaman oldu, onu arıyorum."
"Eğer olur da bulursan dikkat et çok çılgın bir kızdı bakarsın senin de kafanda bir şeyler patlatır."
Gülümseyerek adama baktım.
...
Su kafeye girdiğinde müdür onu kendi odasına çağırdı,
"Onu ikna edebildin mi?"
"Hayır... Kaçacak gibi gözüküyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçmak İstemiyorum
Mystery / Thriller-İKHAR- Nepenthe serisinin ikinci kitabı. Şizofreni hastası bir çocuğun hikayesi