James hiç olmadığı kadar hırslıydı ve canımı yakıyordu. Arkamdan "İyi misin?" lafını duyduğumda kontrolümü sağlayıp ondan kurtuldum, yanıma gelen Dolunay'dı , kolumdan tutup kaldırmaya çalışırken kendimi daha da kötü hissediyordum, sanki her an kusacak gibi.
"Dur! Bırak beni."
"Hayır bırakmam! Kötü duruyorsun, izin ver seni götüreyim."
James artık konuşmuyor bağırıyordu,
"İZİN VERMEYECEĞİM, İZİN VERMEYECEĞİM RÜZGAR SENİ ALMASINA İZİN VERMEYECEĞİM!"
O an James'e yenik düşüp kendimi salmıştım.
Gözlerimi açtığımda yeniden çizgiler oluşmuş ve rengi grileşmişti, Dolunay'a dönüp konuşmaya başladım.
"Yaşamak istiyorsan çöplüğüne geri dön."
Ardından koşmaya başladım, nereye gittiğimi bilmeden koşuyordum, artık James'in sesi yoktu sadece iliklerime kadar bedenimde hissediyordum, ağırdı ve fazlasıyla yoruyordu yinede ben kendimi derin bir uykudaymışım gibi hissediyordum.
Fakat her şeye rağmen bağırdığımda Dolunay'ın bana bakışlarını hatırlıyordum, korkmuş gözüküyordu.
Ve arkamdan bağırdı,
"Ya Rüzgar! Rüzgar geri dön!"
...
Gözlerimi açtığımda kendimi ölü gibi hissediyordum, bacaklarım koşmaktan kasılmış haldeydi, yerde ter içerisindeydim, dizlerim kanıyordu ve saçlarım dağınıktı.
Kendimi ayağa kaldırmaya çalıştım fakat kalkamıyordum, kapıdaki üniforma giymiş görevliler bana bakıyordu. Nereye gelmiştim ki ben?
"Hey delikanlı iyi misin?"
"Daha iyi olmamıştım"
Soluğumu düzenleyip ayağa yeniden kalkmaya çalıştım, topalladığımı gördüğünde içlerinden biri gelip kolumu tuttu,
"Burası neresi?" Dedim,
"Huzur evi, sen kayıp mı oldun? Deli gibi buraya koşuyordun sonra bir anda yere düştün."
"Huzur evi mi?"
"Evet de soruma yanıt vermedin evlat."
"Hayır kaybolmadım burayı arıyordum, bir anda dengemi kaybedip düştüm, içeri girebilir miyim?"
"İyi olduğuna emin misin bu bacakla yürüyebileceğini sanmıyorum."
"Üstüne basamıyorum ama sanırım birazdan geçer."
"Bekle de sana tekerlekli sandalye getirteyim."
...
Kısa süre sonra sandalye geldi ve çalışanlardan biri beni içeriye götürdü.
"Kim için geldin?"
"Sylwia."
"Soy adı?"
"Ben... bilmiyorum."
"Neyi oluyorsun?"
"Şey... sadece tanıyorum ve görmeyeli çok uzun zaman oldu."
"Hmm anlıyorum, şanslısın ki o ada sahip sadece bir kişi var, seni götüreyim ama öncelikle şuraya imza at."
Dış kapının bir anda açılması ile hepimiz arkaya döndük, bu Dolunay idi.
Sevinçle suratına baktım, kurtulmuştum. Fakat görevliler benim kadar mutlu gözükmüyorlardı.
"Hey küçük hanım buraya bu şekilde giremezsin!"
"Onu tanıyorum arkadaşıyım, koşuyordu ama şimdi yetişebildim."
Görevli şaşkınca suratıma bakarken bir yandan da telsizi ile güvenliği çağırıyordu.
Korkarak kadına baktım,
"Gerçekten buna hiç gerek yok."
"Bu benim görevim evlat."
Güvenlik gelip bana baktı,
"Neler oluyor burada?"
Kadın tek kaşını kaldırarak Dolunay ile bana baktı,
"Bu kız buraya saygısız bir şekilde girip bu çocuğu aradığını söyledi."
Güvenlik sert gözlerle bana bakıp çenesini kaşıdı,
"Buraya geldiğinde koşuyordun, yoksa bu kızdan mı kaçıyordun?"
"Hayır! Ben kimseden kaçmıyordum! Yemin ederim."
"Sen söyle küçük hanım, ne oluyor burada? Ne bu koşuşturma? Polis çağırmamı ister misiniz?"
Dolunay bana baktı ve sakin bir ses tonu ile konuştu,
"Hayır gerek yok, bir anda buraya geldi ve geldiğine göre biri burada."
"Kim için geldiğinizi bilmiyor musunuz? Dalga mı geçiyorsunuz benimle siz! Aileniz nerede sizin!"
Ses tonumu biraz yükselterek güvenliğe yanıt verdim,
"Aradığımız kişi Sylwia, lütfen onunla görüşebilir miyiz?"
Güvenlik görevliye bakıp, gözün üstlerinde olsun dedi ve yeniden dışarı çıktı.
Görevli kadına dönüp duygusal gözlerle baktım,
"Lütfen sadece iki dakika bizi onunla yalnız bırak bu konu çok özel."
Kadın gözlerini devirerek Dolunay'a baktı,
"Onu sandalyede iken itebilir misin?"
Dolunay hafif bağırarak "Tabi ki" dedi, Tüm bu olanların acısını çok güzel çıkaracak gibime geliyordu ki şimdiden kadından başlamıştı bile.
Arkama geçip tekerlekli sandalyeyi ittirdiğinde kadın bize gideceğimiz oda numarasını söyledi.
Fısıltı ile Dolunay'a seslendim.
"Onu buldum."
"Duydum Rüzgar, hadi şu kıza bakalım."
...
Oda numarasına vardığımızda çok heyecanlıydım bacaklarımı ovalayıp sakinleşmek için kendi kendime mırıldanıyordum, kapıyı açtığımızda karşımızda yaklaşık seksen yaşlarında bir kadın duruyordu, çok yaşlı gözüküyordu, hatta Arden'den de yaşlı, yanına yaklaşıp ona uzunca baktım, gözleri görmüyordu, iki gözü de bant ile bağlıydı.
Bir kaç kez öksürdüm ve konuşmaya başladım.
"Merhaba."
"M...merhaba, sen de kimsin?"
"Ben Rüzgar."
"Rüzgar mı? Tanımıyorum seni?"
"Evet, bu çok uzun bir hikaye , buraya sana bir şey sormak için geldim."
"Sor evladım?"
"James adına birini tanıyor musun?"
"James mi?!"
Kadın titreyerek yanıt vermişti, James aradığı kişiyi sonunda bulmuştu fakat tek kelime ses çıkarmıyordu.
"Evet, James, onu tanıyorsunuz değil mi?"
"Onu tanımayan mı var? Bir çok kişinin canını almış bir katil o, Fransız kaçağıydı değil mi?"
"Ne! ne demek katil, siz onu sevmiyor muydunuz?"
"Ne diyorsun sen! Onu sadece haberlerde gördüm ne sevmesi!"
"Ne! Ama! Ama o sizin sevgilinizdi!"
"Ne diyorsun sen kafayı mı yedin! İmdat! Buraya gelin! İçeride beni sıkıştırıp üstüme iftira atıyorlar!"
"Dur! Susun lütfen! Neden böyle yapıyorsunuz!"
"İMDAT!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaçmak İstemiyorum
Misterio / Suspenso-İKHAR- Nepenthe serisinin ikinci kitabı. Şizofreni hastası bir çocuğun hikayesi