"Carpe noctem."⚜️⚜️⚜️
Alois, tepelerine dökülen yağmura aldırmadan kabinlerinin küçük camını yukarı kaldırarak başını dışarı uzatmıştı. Neredeyse 40 gün süren yolculukları, sonunda onları gizemli şehir Duviel'in surlarına getirmişti. Daha önce Calabar'da ve başka şehirlerde birçok sur görmüştü. Fakat böylesine devasa ve ihtişamlı duvarlarla ilk kez karşılaşıyordu. Yüksekliğini ölçmek imkânsızdı, burçlarından aşağıya sis adeta su buharı gibi dökülüyordu. Siyah volkan kayalarından yapılmış gövdesi kabartmalarla süslenmişti. İhtişamlı Duviel surları dışarıda kalanlara korku, içerisindekilere ise güven veriyordu.
"Yer ve gök aşkına, hayatımda böylesine büyük bir şey görmedim."
Parmaklarını ıslanan dalgalı saçlarının arasında gezdirerek tekrar içeri girmişti. Küçük camı kapatırken ağabeyi Aksel'in erkeksi kıkırdamasını işitebiliyordu. Koluyla yanındaki Abel'i dürterek onu işaret etmişti.
"Abel, pantolonun ipini sıkı bağla, küçük kardeşimizi korkutuyorsun."
Abel, sırıtıp eliyle deri pantolonunun önünü çekiştirmişti. Annesi ve babası bir başka araba ile önlerinde ilerliyorken üç kardeş birlikte seyahat ediyorlardı. Aralarında en küçükleri 19 yaşındaki Alois'ti. Kahverengi hareleri olan su yeşili gözlerini karşısında yan yana oturmuş onunla eğlenen ağabeyleri Aksel ve Abel'e çevirse de sözlerine oralı olmamıştı.
"Rüyanda ne görüyordun ufaklık? Sıkı bir kâbus olmalı, güzel dudaklarını kız gibi büzüştürmüştün."
Arkasına yaslanıp içini çekti. Abel'in sözleri ona uykusunda gördüklerini tekrar hatırlatmıştı. Rüyasında, gece vakti yüksek bir binanın en tepesindeydi. Esen soğuk rüzgâr dalgaları saçlarının arasında dolaşıyordu. İçine derin bir nefes çektiğinde, o güne kadar bilmediği güzel bir koku burnuna dolmuştu. Dört bir yanı açık, siyah camdan yapılmış terasta ilerlerken rüzgârın taşıdığı fısıltıyı işitmişti, adeta bir kadının nefesi kulağını yalayıp geçiyordu.
Olemme täydellinen ottelu. Älä koskaan usko mitään muuta.
Alois ne dili ne de söyleneni anlamamıştı. Fakat bu hoş kadın sesi sanki onu yönetiyordu. İlerleyip parlak tırabzanların üzerine çıkmıştı. Işıl ışıl gözüken yıldızlar başının üzerine kümelenmişti, parlak şehir ayaklarının altında duruyordu. Manzara adeta nefesini kesmişti. Gülümseyerek gözlerini kapatıp yavaşça kollarını iki yana kaldırmıştı. Rüzgârın uğultusu kulaklarına birikmişti. O güzel kokuyu tekrar içine çekmek için nefes aldığı ilk an, kendini yere doğru düşerken bulmuştu. Sıçrayarak gözlerini açtığında ise kardeşleri ile birlikte hareket eden arabanın içindeydi.
"Dudaklarım seni öpmediği için minnettar olmalısın. Kırk gündür bu lanet arabanın içindeyiz, bir kadının neye benzediği unutmak üzereyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuzguni
Historical FictionPrenses Alita Waldorf, Kral Hagen'ın hayatta kalan tek kardeşidir. Toplumun ondan beklentisinin aksine, hayır işleri ilgilenip çocuk doğurmak yerine siyasetin içinde olan prenses yirmi beş yaşına geldiğinde ağabeyi Kral Hagen onu uygun bir soylu ile...