"Condemnant quod non intellegunt."⚜️⚜️⚜️
17 Sene Önce - Duviel
Gökyüzünün tüm yıla oranla daha az bulutlu olduğu yaz gününde, Brenna Waldorf kocası Adon ve kılıç talimi yapan on altı yaşındaki oğlu Magnus ile birlikte Kuzgun Tepe'nin iç avlusundaki Róden Bahçesi'ndeydi. Neredeyse onun iki katı uzunluğunda heykeller, duvarları kucaklayan sarmaşıklar ve usta bahçıvanların elinden çıkan çeşitli ağaçlarla süslenmiş bahçe, şatonun güney cephesinde kalıyordu. Şatoda çalışan soylular ve misafirler dâhil olmak üzere izinsiz girilmesi yasaktı, Róden Bahçesi soy ismi Waldorf olanlara tahsis edilmişti.
"Magnus'un saçları seninkilere benziyor."
Kocasının sözleri Brenna'yı gülümsetmişti. Bunu bir iltifat olarak kabul etse de, gözünden dahi sakındığı oğlunu ne birine benzetebiliyor ne de biriyle kıyaslayabiliyordu. Magnus'un yüzü mermerden yontulmuşçasına biçimli ve kusursuzdu, gür saçları bir kuzgunun tüyleri kadar siyah ve parlaktı, adeta beyaza çalan gözleri mavinin en derin tonuna sahipti. Tüm bu özelliklere Waldorf kanını taşıyan herkes sahip olsa da, Brenna oğlunun özel olduğunu onu kucağına aldığı ilk an anlamıştı. Doğumu öylesine kolay ve acısız olmuştu ki, sancıları ile birlikte sadece iki saat sürmüştü. Rahminden çıkan bebek ağlamıyordu, ters çevrilmesi ya da poposuna vurulması hiçbir şeyi değiştirmemişti. Bu ilk anda ebe dâhil herkesi korkutmuştu. Oğluna bir şey olmasından endişelenen Brenna, ağlayarak kucağına verilmesini istediğinde, küçük bebek mavi gözlerini yavaşça aralamıştı. Sadece bu bile ona dünyaları bahşetmeye yetmişken, kana bulanmış küçücük yüzünde bir gülümseme belirmişti. Brenna, bir mucizeye tanıklık ettiğini ilk o an anlamıştı. Adını Magnus koydukları oğulları, hayatı boyunca gördüğü en mükemmel bebekti. Büyüyüp filizlenerek kusursuz bir delikanlıya dönüşmüştü.
Birbirine çarpan çelik sesi bahçede tekrar yankılandığında düşüncelerinden sıyrılıp oturduğu mermer bankta sıçramıştı. Magnus, kılıç hocası ile kıran kırana bir mücadeleye girmişti. Parlak silah havada savrulup oğlunun üzerini buldukça kalbi sıkıntıyla kasılıyordu.
"Tahta kılıçlarla talim yapmaları gerekmez miydi? "
"Magnus artık çocuk değil, gün geldiğinde düşmanları ona tahta kılıçlarla saldırmayacak."
"Yer ve gök oğlumu böyle bir akıbetten korusun. Kötü düşünceleri dile getirme, Celestial göğe yükselen fısıltıları duyar ve kullarının isteklerini yerine getirir."
"İsteğimi değil, kaçamayacağımız gerçeği dile getirdim Brenna. Tanrın gerçeği ve beklentiyi birbirinden ayırt edemiyorsa bu onun aptallığı."
Yüce Celestial, kocamın sözlerini bağışla, onu ışığınla aydınlat. Günahları affet, ruhunu göklerdeki sarayına misafir et.
İçinden yakarıp kocası için af dileyen Brenna, başını eğip ellerini önünde birleştirerek yanlarına gelen adamı henüz fark etmişti. Bu, küçük oğlu Hagen'ın hocası Saillér'di. Açık benzi yüzüne hücum eden kanla birlikte kızarmış, kahverengi gözlerine çöken çekingenlik ve utancı görebiliyordu. Bunları, yanı başında oturan kocası Adon da fark etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuzguni
Ficção HistóricaPrenses Alita Waldorf, Kral Hagen'ın hayatta kalan tek kardeşidir. Toplumun ondan beklentisinin aksine, hayır işleri ilgilenip çocuk doğurmak yerine siyasetin içinde olan prenses yirmi beş yaşına geldiğinde ağabeyi Kral Hagen onu uygun bir soylu ile...