Bakmak

277 105 1.1K
                                    

Mert'in anlatımı.

Tüm karanlığa inat bir aydınlık, tüm aydınlığa inat bir karanlık. Hangisi daha ağır basıyor? Hangisi daha çok can yakıyor? Bir insan aydınlık isterken bile bile karanlığa yürür mü? Attığı her adımın uçuruma götüreceğini bildiği halde gözü kapalı yürür mü?

Bilinmezliğe doğru atılan tek bir adım yakar mı insanın canını? Kendi yokluğu ile kavrulurken varlığını hissettiği birisi tüm hayatı olur mu? Onun için atar mı tüm adımlarını? Peki ya onu bulursa? Sever mi onu? Yoksa tüm hayatını yerle bir mi eder?

Vazgeçer mi insan kendinden? Tüm benliğini hiçe sayarak sevdiğinden? Tüm hayallerini, umutlarını bir hiç için geride bırakır mı? Geldiği yolu yeniden geri yürür mü? En önemlisi yok olur mu benliğinde?

Peki ya umut? Tüm karanlığa rağmen güneş gibi doğar mı? Kaybolduğun boşlukta elinden tutar mı? Yanında ben varım diyerek haykırır mı sessizliğe? Seninle birlikte yok olmayı düşler mi?

'Doğar' diye fısıldadı içimdeki ses. Ve biliyorum doğacak. Ben sessizce bekliyorum umudun gelmesini. Belki de geldi ama ben göremiyorum. Ya da göremeyecek kadar körüm. Kendime o kadar kapandım ki, etrafımı göremeyecek kadar körüm. Hatta kendimi bile.

Evet bu daha doğru bir tabir oldu. Tam iki yıl bir kadının acı çektiğini göremediysem, "Ben gerçekten körüm."

"Hayırdır görme yetini mi kaybettin?" Hı? Ben sesli mi söyledim? Kendime gelip benden cevap bekleyen Şefika'ya baktım.

"Gözlerim değil ama kalbim kaybetmiş. Ve ben bunu çok geç anladım." Anladım der gibi başını sallayarak konuştu.

"Yara derin ha. Anlatmak ister misin?" Sanırım anlatmaya ihtiyacım var. Yoksa bu bilinmezlikle daha çok kendimi kaybedeceğim.

"Bir kaç gün önce kitaplarımı koyduğumu dolapta bir mektup buldum. Cümleler o kadar ağırdı ki, ayakta duracak gücü bulamadım. Düşünsene birisi seni seviyor. Gözlerinin içine bakıyor, bir defa ona bak diye. Ama sen o kadar körsün ki, bu bakışların farkında bile değilsin. Onu her gün idam sehpasına bir adım daha yaklaştırdığının farkında bile değilsin. Seni severken bir şey beklememiş. Senin mutluluğun ile mutlu olmuş. Her yere düştüğünü hissettiğin an görünmez elini uzatmış, ama sen yine bunu görememişsin.

Senin için kendini paramparça etmiş, sesini çıkarmadan, bir of bile demeden yeniden kalkman için elinden geleni yapmış. Bir köşede sessizce senin onu görmeni beklemiş. Her başka tarafa baktığın zaman ölümü dilemiş ama yine de sessiz kalarak beklemiş. Güneşin doğuşunu bekler gibi onu sevmeni beklemiş.

Benim yüzümden şiire başlamış. Canının yanacağını bile bile başlamış hem de. Bildiğim tek şey bu şiirlerin hiçbiri umudu aşılamıyor. Her satırında gözyaşı döküyor. Ama yine şikayet etmiyor. Ve en acısı da bana teşekkür ediyor. Onu idama sürükleyen adama." diyerek bitirdim cümlemi. Gözünden akan bir damlayı silerek başladı konuşmaya.

"Kadınlar susarak sever Mert. Acı çekerek, her aldığı nefeste kalbine batan hançerle sever. Hele bu karşılıksızsa daha fazla canı yanar. Ortalıkta bir ceset gibi dolaşır ama karşısındaki insana bunu belli etmez. Neden biliyor musun?" benden bir cevap bekleyerek baktı yüzüme. 'Hayır' dercesine başımı salladığımda devam etti.

"Çünkü tüm umutlarını kaybetmiştir. Onu sevmeyen bir adama asla sevgisini bildirmez. Çiğinlerine kendi sevdalarını yük olarak bindirmez. Ta ki, ciğerlerine çektiği son nefese kadar. Bir kadın onu sevmeyen adama sevdasını söylüyorsa, yaşama tutunduğu son anlarıdır. Aldığı son nefesi sevdiği adamla paylaşır. Bu kadar da cömerttir seven kadın .

MenfaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin