Sessizliğin sesi

81 62 136
                                    

Mert'in anlatımı.

Susmak. Içinde avaz avaz bağıran çığlıklara inat susmak. Kolay değil. Onca kelime dökülür dudaklarından, duyan olmaz. Sessizdir harfler, çığlıklara inat. Istemez bir başkasının duymasını. Bilir çünkü kimsenin gerçekten dinlemediğini. Sadece dinlemiş gibi yaptığını. Bu yüzden tüm çığlıklarını içine atarak susar. Sahi ne zaman susar insan?

Canı yandığı zaman? En güvendiği yerden yara aldığı zaman? Tutunacak dalı kalmadığı an? Ya da bunların hiçbiri. Her insan farklı susarmış. Kimisi gülerek susar, kimisi konuşarak. Kimisi de ağlayarak. Ama eninde sonunda susar. Sessiz ve dilsiz alfabeler kullanır. Sadece kırık bir kalbin duyacağı bir alfabe.

Insanlar arasında en çok yayılan dilmiş susmak. Konuştuğunu anlayan olmadığı zaman susar derler. En büyük yalan. Konuştuğunu anlamayan değil, söylediğini kendi düşüncesiyle anlayan olduğu zaman susar insan. Sabır der susar. Ama unutur insan gitmenin bir adının da susmak olduğunu. Önce sesler gider, sonra bakışlar ve en sonunda yürek gider susarak.

Son noktaya gelmiştir artık. Kendisiyle konuşma zamanıdır şimdi. Kendini tanıma, kendini anlama zamanı. Yeni yeni meziyetlerini keşf eder. Uzun uzun dertleşir kendisiyle. Bir şarkı, ya da bir şiir alır götürür uzaklara. Saatlerce izler geçmişini. Gözlerine inen perde kalkmıştır artık.

Sessizce izler değer verdiği insanların yaptığı yanlışları, arkasından söylenen lafları. Kendiyle başbaşa kalmadan önce gördüğü ama farketmediği anıları tekrar tekrar yaşar. Onca yapılana karşı sadece susar. Söyleyecek cevabı olmadığından değil, söyleyecek kişi olmadığından.

Bağıra bağıra yüzüne haykırmak ister. Yalanlarını yüzüne vurmak ister. Sonra farkeder ki, ne kadar söylese bile boşa konuşmuş olur. Yine hatalı kendisi olur. Yine kalp kıran kendisi olar. En acısı da onlar masum, kendisi suçlu olur. Kendilerini temize çıkarmak için 'Sen çok değiştin. Artık tanıyamıyorum. Lütfen kendine gel.' Oysa değişmemiştir. Artık söylenen yalanlara kanmıyordur.

Ben şimdi karşımda oturan insanların söylediği yalanları dinliyorum. Gerçekte olabilir bilemem. Artık yalanla doğruyu ayırt edemiyorum çünkü. Bunca yıldır yaşadığım doğru yanlış, yanlışsa doğru çıktı. En acısı da ben bunları satırlardan öğrendim. Aklımda biriken sorularımın hiçbirine cevap bulamadım.

"Anlat hele bir, ne torunu? Kimsin? Ne istersin?" Haklılar. Vazgeçtikleri canlarının canı neden umurlarında olsun ki.

"Bir zamanlar sizin evladınız olan Yağmur Ateş'in oğlu Mert Kara'yım. Benim öyle bir kızım yok diye bir cümle kurmanıza gerek yok. Biliyorum her şeyi. Buraya o adamı aramaya da gelmedim. Tanımak istedim sizi. Merak ettim, bir anne – baba evladını nasıl bir kalemde siler?" En çok merak ettiğim ve cevabını bulamadığım soruydu. Benim babam bir başkasının evladını canından çok sevmişken, bir başkası öz evladını nasıl sokağa atar?

"Yanlışın var evlat, biz silmedik o bizi sildi. O hatayı yaptığı an tek kalemde."

"Bak ne kadar güzel dediniz Kahraman bey hata diye. Ilk hata da yüz çevrilir mi? Nerede ikinci şans? Ya her şeyi geçtim, 18 yaşında bir kızı nasıl bıraktınız yalnız? Hiç nereye gider diye aklınıza gelmedi mi?" Kendimi zor tutuyordum. Hala kendilerini haklı göstermeleri çok ağır.

"Seni çok doldurmuşlar delikanlı. Hele bir sakinleş. Bir de bizden dinle. Sözlü olduğu halde başkasına giden birisi benim kızım olamaz. Söz ağızdan çıkmıştı. Benim başımı yere eğdi. Benim hanemde öyle birine yer yoktur." Çok dolduğum doğru ama bana annem anlatmadı ki.

"Neyi dinleyeyim yalanlarınızı mı? Kaç saatir buradayım, bir defa 'Kızım nerede?' diye sormadınız. Nerede sizin babalığınız? Kibriniz kızınızdan önemli değil merak etmeyin." Bir kadın vardı salonun uç köşesinde oturup, sessizce ağlayan. O kadar yabancıyım ki, tanımıyorum kimseyi.

MenfaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin