Beklemenin sancılı doğuşu.

161 79 407
                                    


Mert'in anlatımı.

Yalan. 5 harf, iki hece. Bu kadar. Oysa ağırlığı tonlarca. Çok kolaydır yalan söylemek, birisini kandırmak. Karşınızdakinin ne hissedeceğini düşünmeden yalan söylemek kolaydır. Sizin için değerli değildir. Kalbi kırılmış, canı yanmış umrunuzda olmaz. Önemli olan o anki durumu kurtarmaktır sizin için. . Farkında olmadığınız tek şey hiçbir şeyi kurtaramadığınız. Kazandığın sandığın her şeyi kaybedersin bir yalanla. O an fark etmesen bile.

Bir de sevdiğiniz insanı kaybetmemek için söylediğiniz yalan vardır. Canı yanmasın diye kendi canınızı yakarsınız. Dilinizden çıkan her kelime bıçak gibi kanatır. Geçmesi için yutkunursunuz, kendi kanınızda boğulduğunuzdan habersiz. Sessizce bir iç çekiş gelir ardından. Bir günah çıkarmadır. Bir tövbe kapısı. Bir dua dökülür dilinizden 'Affet Allah'ım. Kendimden sana sığındım' diye.

Belki o gün değil ama zaman geçince, söylediğiniz yalan ortaya çıkınca canı yanar o kişinin. Size olan tüm güveni sarsılır. Bunca zaman yaşadığınız her şeyi sorgular. Her doğruda bir yalan arar. Her yalanda bir doğru aradığı gibi. Küser hayata, kaybeder tüm inancını, tüm sevdasını. Ve kendisinde sizi kaybeder. Oysa kaybolduğu tek şeydiniz. Şimdi sissiz ve sessiz bir yola çıkar. Yalanın olmadığı bir yol. Oysa en büyük yalan yalanın olmadığına olan inançtır.

O gece sabaha kadar bekledi adam. Yeni doğan güneşi beklercesine bekledi umudu. "Belki, belki gelecek. Etrafımı saran yalan kabuğundan çekip çıkarmak için" diye mırıldanarak bekledi. Unuttuğu şey kaderdi. Kaderde kavuşmak yoksa, beklemek neye yarar.

Bekledim sabaha kadar. Elimde ailemden kalan bir fotograf ve varlığını hissettiğim kadın. Bu kadar benim hayatım. Ne eksik, ne fazla. Anılardan ibaretim. Mutlu ve mutsuzolan tüm anılar bir bütün gibi sarar dört yanımı. Ne zaman mutlu olmaya başlasam, hayat büyük konuştun diyerek beni kendime getiriyor.

Tıpkı şehir gibi sonbaharı yaşıyor ruhum. Her an doğru bildiğim bir yanlış sararmış yaprak gibi düşüyor geçmişimden. Ve ben öylece izlemekle yetiniyorum. En acısı da bu ya hiçbir şey yapamıyorum. Yapacak gücü de bulamıyorum kendimde. Belki de atacağım tek adımın geçmişimi yok etmesinden korkarcasına sığınıyorum bir yalanın ardına.

Elimde bir bardak kahveyle bekledim. Bir ara Hakan Altunun telefonun başında nasıl çaresizce beklediğini anladım. Çok zor bir durummuş. Sen saatlerce bir cevap beklersin, ama o bir cevabı sana çok görür. Yine de yılmadan, usanmadan beklersin. Sonunun bir hüsranla biteceğini bildiğin halde yine de beklersin.

Kendi düşüncelerime o kadar dalmışım ki, telefonun çaldığını çok sonra farkettim. Yazıyı okuyup aradı diye mutlu oldum. Sahi tanımadığın birinin varlığı bu kadar mutlu eder mi?

"Alo. Merhaba Mert Kara'yla mı görüşüyorum?"

"Evet. Benim. Siz kimsiniz?" Büyük bir hüsrana uğramıştım. Bir yanım o aradı diye avaz avaz bağırıp mutluluğu yaşarken, diğer yanım 'Peki şimdi ne yapacaksın?' diye sorguya başlamıştı. Peki arayan o olsa ben ne yapacaktım?

"Ben Sevim hanımın avukatı Engin Dinçbilek. Dün evinize geldim ama sizi bulamadım. Sevim hanımın bana size vermem için bıraktığı mektubu bırakarak dönmek zorunda kaldım. Okudunuz mu?"

"Evet okudum." Başka ne diye bilirdim ki? Tüm hayatım yalan diye bağıracak değilim.

"Sizinle bir yıl önce görüşmem gerekirdi. Bir kaç aksilik sonucu şimdi size ulaşabildim. Lütfen kusuruma bakmayın. Müsaitseniz görüşebilir miyiz?" Bir yanım çıkan aksiliğin amcamlar olduğunu fısıldarken, diğer yanım sessiz kalarak ona destek çıktı.

MenfaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin