Ateş'in planlanmamış itirafının üzerinden bir gün geçmişti. O bir gün boyunca ne ben ona bu konuyu açmıştım ne de o bana herhangi bir şey söylemişti. İkimiz de konuşmaktan kaçıyorduk. Aslında ona sormam gereken çok şey vardı. Mesela, bu kadar değer verdiği birine neden zarar vermek istemişti? Ya da en önemli soru; neden kardeşini öldüren kişiye hâlâ değer veriyordu? Ama bir yandan da ondan hiçbir şey duymak istemiyordum.
Bu garip uzaklık tabii ki Nilay'ın gözünden kaçmamıştı. Bize şüphe dolu bakışlar atıyor, ikimizi yalnız bırakmamaya gayret ediyordu.
Benim için hava hoştu. Ateş'le bir daha yalnız kalmak istemiyordum çünkü onunlayken kafam hiç olmadığı kadar karışıyordu.
Siyah ve kırmızının dans ettiği salonda oturuyordum. Yaşananları düşünmeye ancak fırsatım olmuştu fakat beynim o kadar doluydu ki işin içinden çıkamıyordum. Harekete geçmem ve Kılıç'ın açtığı savaşa karşılık vermem gerekiyordu.
"Ne düşünüyorsun?" Nilüfer'in sesini duyduğumda yorgun bakışlarımı ona çevirdim.
"Aslında hiçbir şey düşünemiyorum," diye cevap verdim küçük bir tebessümle. Bana anlayışla gülümsedi.
"Biliyorum, şu an her şey senin için çok zor. Kaçmak istiyor olabilirsin ama seni rahat bırakmayacaklar. Kendini koruyabilmen için bazı adımlar atman gerekiyor," dedi güçlü bir ses tonuyla. Yaşadığı şoku üstünden atabilmişti ama ben hâlâ atamamıştım.
"Korkuyorum Nilüfer. En çok da seni koruyamamaktan," derken sıkıntılı bir nefes aldım. Nilüfer bana yaklaşıp başını omzuma yasladığında sol elimle saçlarını okşamaya başladım.
"Korkmak seni güçsüz yapmaz. Korktuğun şeyden kaçtığında güçsüz olursun. Yaşananlardan kaçma, onlarla savaş." Haklıydı fakat beni tam olarak anlayamıyordu. Ben sadece onun için değil, kendi evrenimdeki kardeşim için de endişeleniyordum. Attığım tek bir yanlış adımda ikisini de sonsuza kadar kaybedebilirdim. Tabii bir de en yakın arkadaşlarım vardı. Hem onları korumak hem de onlarla savaşmak zorundaydım.
"Harekete geçmem gerekiyor," dedim kısık bir sesle.
Nilüfer başını omzumdan kaldırarak gözlerime baktı. Gözbebeklerinde korkunun zerresi yoktu. "O zaman misilleme yapmalısın."
Kaşlarımı çattım. "Nasıl yapacağım?"
"Onun en değer verdiği şeye saldırarak onu zayıflatacaksın," dedi kendinden emin bir şekilde.
"Onun en değer verdiği şey ne?" Nilüfer bir şeyler biliyor olmalıydı. Ablası gibi bu işlere bulaşmamış olması tamamen uzak kaldığı anlamına gelmiyordu demek ki.
"Sakladığı bir sırrı var. Aslında ablam da bunu arıyordu uzun zamandır. Kılıç'ın en değer verdiklerinden biri olmasına rağmen üstünde kurduğu baskılar hoşuna gitmediği için onu tahtından etmeyi planlıyordu ama eline kayda değer bir şey geçmemişti. Sadece bir sırrı olduğunu öğrenebildi," diye açıkladı.
"Peki bu sırrı ablan bile öğrenemediyse ben nasıl öğreneceğim?" Onunla bir daha karşı karşıya gelmek istemiyordum. Yüzündeki o iğrenç sırıtmayı bir daha görürsem etkisinden çıkamayabilirdim.
Nilüfer bir süre düşündü. "Ablamın bir planı vardı. Kılıç'ın emrindeki çeteleri tek tek kendi tarafına çekecekti. Hatta birkaç çeteyle anlaşma bile yapmıştı ama sen bu işlerden çekildiğini duyurunca..." Devamını biliyordum. Her şeyi mahvetmiştim.
Sıkıntıyla gözlerimi ovdum. Bu plan artık işe yaramazdı. Çeteler kendilerini benim yanımda güvende hissetmeyeceklerdi.
"Bu işi içinde uyuşturucu olmadan halledemez miyiz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PARALEL
FantasyFarklı evrenlerden aynı anda dilenen bir dilek... Ve o dileğin değiştirdiği iki hayat... Derin fazlasıyla sıradan bir hayata sahip sıradan bir kızdı. Herkes gibi anne ve babası, onunla tamamen zıt bir kardeşi vardı. Hayatında her şey normalken bir...