Mutluluk tüm benliğimi sarmış, bana dans ettiriyor, şarkılar söyletiyor ve en önemlisi suretimde büyük bir gülümseme peydahlanıyordu. Açıkçası bundan zerre kadar rahatsızlık duymuyordum.
Zaten içimden geliyordu bunlar. Benim kabul etmemle değil -tabii ki kabul ediyordum o ayrı bir konu- kendiliğinden oluşuyordu.
Öyle ki mütemadiyen dudaklarımda bir tebessüm olacakmış gibi hissediyordum. Üstelik bu beni oldukça izhâr ediyordu. Suretime bakan bana gönül rahatlığıyla 'Dünya'nın En Mutlu İnsanı' ödülünü verebilirdi. Ben de onu hakkıyla sahiplenirdim evvela.
Ağzımda bitmek tükenmek bilmeyen şarkılarım, gözlerimdeki ışıltılarım, dudaklarımdaki simgem ile ben tam bir 'Mutluluk Tablosu' idim artık. İçim dışıma sığmıyordu!
Ve ben bu hâle bürünerek onu az biraz dizginlemiş oluyordum. Elbette hâlâ daha mutluluktan patlayacakmış hissi vardı her hücremde. Patlayacak ve herkesin suratına mutluluk sıçratacakmışım gibi.
Böyle bir şey olanaksız mıydı yoksa ihtimali var mıydı?
Hiçbir fikrim yoktu. Lakin öğreneceğim kesindi. Seve seve de yapardım bunu.
Oğuzhan'a içime dokunan lakırdısı ve beni baştan aşağı titreten hareketinin ardından, kendimi toplamam adına bana zaman tanıdığı için minnettardım. Çünkü bünyem asla böyle bir şeyi bir anda kaldıramazdı.
Oğuzhan'dan gelen buse beni çok başka bir diyara sürüklemişti. Saçlarımın çıkmayan tellerinin dahil titrediğini hissediyordum.
Ondan sonraki sürede konuşmamış, sadece başımı hafif eğerek, cama dönüp gülümsemiştim. Ardından mahalleye girmiştik ve ben şu anda hakikaten hanımefendisi olduğum beyefendiye nazik bir şekilde el sallıyordum. Beni evimin önüne bırakmış o da işine gitmişti.
Boş sokağa salladığım ele baktım ve kendi kendime kıkırdadım. Hipnotize olmuş gibi el sallıyordum, oysa Oğuzhan çoktan gitmişti.
Evimizin kapısına baktım ve aklıma buradan nasıl çıktığım geldi. O halime de güldüm.
Sahi! Kendi kendime kurup kurup depresyona girmiştim değil mi? Gözlerimin akını allaştırmıştım. Hepsi de ilk defa sevdiğim beyin söylediklerini unuttuğum için bana cezaydı kendimce. Ben buna yoruyordum.
Siz isterseniz 'manyak' deyin yavrularım. Gücenmem de zaten size. Zile bastım ve anneciğimin kapıyı açmasını bekledim.
Açtı da. İlk beni şöyle bir süzdü. Büyük olasılıkla suretimdeki kocaman sırıtışa takılı kaldı gözleri. Lakin dert edip dudaklarımdaki simgemi bozmadım asla. Hatta daha da sırıttım. Bir bakın bakalım ağzım kulaklarıma varmış mı?
Ya da bakmayın. Kesinlikle ağzım kulaklarımdaydı! Annemin şaşkın yüzüne en sulusundan bir öpücük kondurdum. Hadi ama!
Kimi öpsem gerçekten aklıma bana kondurduğu buse mi gelecekti?! Az evvel öyle oldu da. Annemi geride bırakıp ağzımdaki şarkıyı durdurmadan odama doğru adımladım. Merdivenlerdeyken durup, dolu dolu bir kahkaha attım.
Ne demişti o? 'Biz vardık' değil mi? Aşk vardı, sadakat vardı! Ah, Oğuzhan Bey! Kalbimin varlığından bihabersiniz sanırsam! Çünkü bu hareketlerinizi neye yoracağımı bilemiyorum.
Odama girip hemen kendimi yatağa fırlattım. Benim kendimi fırlatmamla çıkan sesin yanında kapı açılma sesi çıkınca yüzümü kapıya çevirdim.Annem kaşlarını çatmış kapıda tamamlayamadığı süzmeyi bir de burada yapıyordu. Makarnaya çevirdin be anne!
"Hayırdır kızım?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
%106 Uyumu
Teen FictionGoethe 'Aşk zaman kaybından başka bir şey değildir' demiş. Bence kendisi bir halt bilmiyor. Her ne kadar annemle aynı kafada olsan da sana katılmıyorum Goetheciğim. Çünkü zira deli bir aşık olan bizzat kendim aşkı tanımlayacak kelimeler bulamıyorum...