Gariplik

172 90 68
                                    


Ve ikinci bölüm de karşınız da :)  Medya temsilidir. 

Keyifli okumalar :) Düşüncelerinizi belirtmeyi unutmayınız. :D 


Kalabalıktan zor bela kurtularak, nihayet eve gelebilmiştim. Rıhtıma çok da uzakta olmayan evim, boğa heykelinin çok gerisindeydi. Yine de bu, oralardan gelen yoğun sesin bana ulaşmasına engel değildi. Işığı açıp, salonumdan bir tezgah yardımıyla ayrılmış mutfağa yöneldim. 

Su ısıtıcısına bir kahve suyu koyarak, mutfak masasına oturdum. Elimdeki siyah şeyi üzerine bıraktım. Ne olabileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bir süre onu sadece izledim. Suyun kaynama sesiyle birlikte kalkıp, kahvemi yapıp, yeniden başına oturdum.

 Siyah, belirli aralıklarla parlayan, en fazla iki santim boyunda olan bu garip şey de neydi? Aklıma nano çipler gelse de, böyle bir şeye ihtimal vermiyordum. Ayrıca onlar, bir çeşit hap gibiydi, hatta bazıları görünmeyecek kadar küçüktü de. Bu neden bir şırınga iğnesi gibiydi? Raftan ufak bir kahve fincanı alıp içine bu garip şeyi attım ve masanın üzerinde bıraktım.

 Salona geçip, ışıkları kapatıp dışarıyı izlemeye başladım. İnsanlar hala deli gibi eğleniyordu. Neredeyse ertesine güne girmiştik ama insanlar durmuyordu. Çığlıkları sokaklarda yankılanıyordu. Bense, elimde kahvemle bir ipucu arıyordum. İlk defa böyle bir kutlama yapılıyordu. "Türkiye'nin güçlenmesine!" diyordu başkan. Daha güzel günlerin sözünü veriyordu. 

Bu uygulama yalnızca İstanbul için değil, tüm Türkiye'nin şehirlerinde eş zamanlı yapılıyordu. Şehrin en bilindik noktasında toplanıp, herkes kutlamaya dahil oluyordu. Açıkçası bedava yemeği, Türk olan birinin kaçıracağını zannetmiyordum. Bunu biliyorlardı ve onlar için şahane bir teşvikti. Bu garip şeyin bu kutlamayla bir ilgisi var mı bilmiyordum ama ortada garip şeyler döndüğü belliydi. Şimdilik izlemede kalacaktım.

Saat sabaha yaklaşıyordu. Kalabalığın sesleri ufak ufak azalmıştı. Bilgisayarımı açıp, internette çipler üzerine bir araştırma yapmıştım o sürede. Özellikle de nano olanların boyu çok küçüktü ve bunları görmek imkansıza yakındı. Görünebilen en küçüklerinin şekli genelde kare şeklindeydi. Ki bunlar da mikro olarak adlandırılıyordu. Evet birçok şey bu küçük çipler sayesinde hallediliyordu. Ancak bizden önceki nesillerin, 20-30 yıl sonra diye bahsettikleri şimdi, öyle bekledikleri gibi değildi. 

Uçan arabalar vardı ama bazı kişilerde. Bu kişiler arasında iyice yaygınlaşmıştı ancak hala sokakta almaya parası yetecek insan yoktu. Teknoloji, yine mutfak aletlerinde, bazı tıp alanlarında ve dijital alanlarda çok yaygındı. İşler, dijital alanlara kısmen taşınmıştı. Hala yüz yüze görüşmelerde diretenler vardı ve bunlar nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. 

Sokağa gelen tek yenilik, bu çipler sayesinde, tüm işlemleri sadece birinde birleştirebiliyor olmaktı. Önceden cüzdanları dolduran kredi kartları, şimdilerde insanların telefonlarının arkasına yapıştırdıkları, küçük bir çipti. Serçe parmağının tırnağı kadar olan bu çip, telefonlara hafıza kartı gibi yerleştiriliyordu. Bu işleme yapıştırma deniyordu çünkü, telefonların dışarıdan görünebilen boşlukları, bu çiplerin yerleştirilmesi için kullanılıyordu. 

Kaybolmuyordu ve her türlü ödemeler oradan yapılıyordu. Toplu taşıma araçlarında geçen akbil, alışverişteki kredi kartı, öğrenci kimliği, iş kartı, kimlik kartı... Hepsi tek bir çipte, telefonunuzun arkasında yer alıyordu. Telefona kaydedilen parmak iziniz sayesinde, çalındığı zaman işlevsiz hale geliyordu. Her telefon yalnızca bir parmak izi kabul ediyordu. Bu da telefonları sözde, özel ve güvenli yapıyordu.



İnternet gezintisini sonlandırıp, bilgisayarın kapağını kapattım. Uykum hala yoktu. Hava hafiften aydınlanmaya başlamıştı. Apartmanın dördüncü katında yer alan dairemden sokakları inceliyordum. Önümde, duvarı boydan boya kaplayan bir cam vardı. Genelde apartmanlar da böyleydi. Daha zengin dediklerimizin apartmanlarının bizden tek farkı, belki şekilleri ya da güvenlik sistemiydi. 

Başkanlık konutları, meclis binası, bir geniş saray gibi olmaktan ziyade, devasa, görkemli gökdelenlerden oluşuyordu. Başkanlık konutu, yine korumaları ve yakınlarıyla birlikte kaldığı, İnce uzun bir gökdelenin çevresine konumlandırılmış dairelerden oluşuyordu. Gökkuşağı deniyordu bu dairelere. Kutlama zamanlarında bu halkalar süsleniyor, renkli ışıklar ve görsellerle aydınlatılıyordu. Onun haricinde gök kuşağının renklerini taşıyordu üstünde. 

Büyük meclis binası, var olmuş salonlardan belki de en büyüğüne ev sahipliği yapıyordu. Ülkede en büyük alan ona aitti. Ters üçgen görünümü veren bu yapı, dışarıdan küre şeklindeydi ve yılın neredeyse her günü, yalnızca bayrak görseli ile kaplanıyordu. İçeride durum üçgene benzerdi. Ortada yüksek, yuvarlak bir platform vardı. Yapının ilk üç katı, bu platformun altında kalıyordu ve buraya görüntüsü ekranlardan veriliyordu. 

Dördüncü kattan itibaren, katlar, art arda en fazla 5 koltuk olacak şekilde yapılmıştı. Diğer beş koltuk bir üstteki katta devam ediyordu. Bu beş koltuk aynı kat içerisinde, platformun çevresinde bir çember oluşturuyordu. Meclisin kürsüsü de, en üst katta idi ve her yeri görebiliyordu. Milletvekilleri konuşmalarını ortadaki platformda yapıyordu. Her iki konutta yaygın şekilde teknolojinin kullanımı görebiliyorduk. Önlerindeki küçük, saydam ekranlardan hem konuşmalarını okuyabiliyor, hem de yönergeye onay ya da ret cevabı verebiliyorlardı.



Evimin camından gördüğüm ise, insanların çoğunun sokaklara yayılmış yatıyor olmalarıydı. İşin ilginç yanı da buydu. Çoğu sokaklarda yatıyordu. Bu kadar evsiz olduğunu hatırlamıyordum. Bir adım geri çekildim. Hareketlilik vardı. Dronlar yeniden uçuşmaya, sokaklarda gezmeye başlamıştı. Yola doğru alçalıp, yavaşça insanların üzerinden geçti. Oldukça yakındı geçerken, neredeyse gövdelerine değiyordu, ama insanlar ölü gibi yatıyorlardı. 

Ölü gibi! Bu söz zihnimde yankılanıyordu. Geriye doğru bir adım daha attım. Bilgisayarımın yanında duran tabancamı belime yerleştirip, şapkamı kafama geçirdim. Tekrar cama baktığımda, bir dronun cama dönük olduğu gördüm. Elimle dış kapının kolunu kavrayıp, sessizce açtım. Drone cama çarptı. Geriledi tekrar çarptı. Kırmaya çalışıyordu. Apartmana çıktım, kapıyı yavaşça kapattım. Solda kalan yangın merdivenine koşup, aralık kapıdan dışarıya bakmaya çalıştım. Her yanda insansız hava araçları kol geziyordu.

Tekrar apartmana yönlenip, merdivenlerden aşağı inmeye başladım. Demir, çıkış kapısına geldiğimde, yeniden kafamı aralıktan uzatıp baktım. Dronların hepsi sokaklarda yatanların üzerinde dolaşıyordu. Sessizce çıkıp yan sokağa daldım ve hızla koşmaya başladım. Sahilin aksi yönde, şehrin içine doğru koştum. 

Her biri en az 30 ile 50 değişen kattan oluşan, sokağın iki yanını kaplayan apartmanların arasından, birine yakalanmadan kaçmaya çalışıyordum. Yoğun kalabalığın olduğu yer, toplanma alanının olduğu, boğa heykeli tarafıydı. Olabildiğince uzaklaşmaya, saklanmaya uğraşıyordum. Döndüğüm sokaktan, sağa döndüm.

 Direk koşmak yerine, sokakları dönerek, olası bir saldırıda saklanma alanı yaratmaya çalışıyordum. Arkama baktım ve sonra koşmaya devam ettim. Tekrar sağa dönmemle, olduğum yerde kaldım. Karşımda bir dron vardı ve direk bana bakıyordu.

SanyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin