Yanık Şehir

105 77 11
                                    


Merhabalar efenim :) 

Yeni bir bölümle daha karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz :)

Beğenirseniz oylamayı ve eğer önerileriniz varsa da yorumlarda benimle paylaşmaktan lütfen çekinmeyin :) 

Diğer bir konu, virüsle ilgili olumlu açıklamalara aldanıp, kendinizi sokağa, özellikle de korunmasız, lütfen ama lütfen atmayın. 

Kendimizi korumak, aynı zamanda çevremizdekileri de korumaktır. 

#evdekal

Şimdi Keyifli Okumalar.... :)




Kendime geldiğimde, sağ yanıma düşmüştüm.Hala yaşıyorsam, bu kesinlikle dedem sayesindeydi. Yaptığı bu sığınak beni korumuştu. Daha çok sıkıştırılmış toprağın kullanıldığı bu alanda, dedem, betonun nimetlerinden özellikle, çok yararlanmıştı. Tavanı ve duvarları, kalın bir çeper gibi örülmüştü. Bir sığınakta olması gereken her şey vardı.

Odadaki eşyalar etrafa saçılmıştı. Zorlukla da olsa, kollarımdan destek alarak doğruldum. Sağ ve sol yanıma koyduğum fotoğraf ile mektup oradaydı. İkisini de katlayıp, ayrı ayrı ceplerime yerleştirdim.

Duvara dayanarak, ayağa kalktım. Sırt çantamı aşağıya neyse ki getirmiştim, onu da alıp silahların olduğu tarafa döndüm. Hepsi olduğu gibi yerlere yıkılmıştı. Arkalarına gidip, küçük metal kapıyı aradım. Yarım metre en ve yüksekliğe sahip, bir çeşit tünele açılıyordu. Oldukça dar gelen bu tünelden rahat geçebilmek için sürünmem gerekiyordu.

Yaklaşık 30 metre süründükten sonra, bir mazgalın önüne gelmiştim. Onu elimle iterek açtım. Şehrin kanalizasyonu buradaydı. Leş gibi kokuyordu. Lağım kokusu, rutubet kokusuyla birleşince, içinde nefes alınamaz bir hal alıyordu. Kokuyla yüzümü buruşturdum.

Yerler, tünelin aksine bataklık gibiydi. Gire çıka anca gidebiliyordum. Kafamı kaldırıp, içeride bir ışık aradım. Karanlıktı. Sırt çantama uzanıp, el fenerini çıkardım. Her iki yan da topraktı. Yukarıya kaldırdım ışığı, bir çıkış arıyordum.

Öyle ne kadar aradım bilmiyorum. Sonsuza uzanır gibi, dar ve uzun kanalizasyonda, tişörtümü burnuma çekmiş, pis kokunun daha fazla gelmesini engellemeye çalışıyordum. Nihayet bir çıkış bulduğumda, yanında bir de merdiven gördüm. Paslanmış, demir bir merdivendi. Tutunup, yukarı çıktım ve tüm gücümle kapağı ittim.

Bir kaç kez uğraştıktan sonra nihayet, ağır kapağı yerinden oynatabilmiştim. Kenara ittim. Çantamı yukarıdaki asfalta attım. Biraz daha kafamı çıkarıp, kapağı iyice yolumdan çektim. Son gücümü kullanarak da kendimi yukarı çektim.

Bacaklarım delikte, asfalt yola oturmuştum. Kafamı kaldırdığımda, gördüğüm manzara inanılmazdı, korkunçtu. Gecenin karanlığında, karşımdaki şehir alev alevdi. Binaların birazı yıkılmış, geri kalanları ise cayır cayır yanıyordu.

Sıra sıra apartmanların dizildiği yerde, artık gürültülü patlamalar oluyordu. Şehirlere konuşlanmış elektrik direkleri, büyük patlamalar eşliğinde yıkılıyordu. Ben yalnızca bulunduğum apartmanı yıktılar zannetmiştim. Oysa şehri yıkmışlardı. Yanık kokusu, en iğrenç haliyle kendini gösteriyordu.

Yanan bir ceset nasıl kokardı bir fikrim yoktu, ama şehirdeki o koku bana tam da öyle gelmişti. Sorsalardı, kesinlikle bunu tarif ederdim. İğrenç, yanık plastik ve yanık et kokusu birbirine karışmıştı. Kusma isteği uyandırıyordu bende, dayanamadım. Hızla bacaklarımı kaldırıp, kafamı deliğe gömdüm ve böğürdüm.

SanyaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin