Orada en az birkaç saat uyumuştum. Bunu dinlenmiş hissetmemden anlamıştım. Belki de neresi olursa olsun, insan huzurlu olduğu yerde, sürenin önemi olmaksızın dinlenebilirdi. Sarp'ın sarsmasıyla uyanmıştım. Karanlık çökmüştü. Saatin kaç olduğu ile ilgili bir fikrim yoktu.
"Gelenler var!" dedi yere uzanırken. Ona eşlik ettim ve ben de uzandım. Baktığı yöne çevirdiğimde bakışlarımı, gelenlerin beklediğimden kalabalık olduğunu gördüm.
"Senin burada olmaman gerekirdi." dedim. Sözlerime şaşırdığını cevap verdiğinde anlamıştım.
"Neden?"
"Farklı açılardan ateş etsek daha iyi avlardık onu." dedim.
"Ha, doğru. Diğer binaya geçeyim ben o zaman." dedi yerinde geri geri sürünürken. Onu kolundan tutmam durmasını sağlamıştı.
"Şimdi nasıl gideceksin?"
"Her yer karanlık, görünmeden geçebilirim. Zaten üzerimdekiler siyah, onlardan pek ayırt edilmem." dedi. Onu durduramayacağımı anlamıştım.
"Dikkatli ol!" demiştim sadece. Olur anlamında kafasını salladıktan sonra merdivenlerden ilerlemeye devam etti. Önüme dönüp etrafıma göz attım. O ara telsizden Barış'ın sesini duydum.
"Gelenleri gördünüz mü?"
"Evet." diye yanıtladım onu. "Sen neler görüyorsun?"
"Bir uçan araba az önce binanın yanında durdu ve içinden altı kişi indi. Sonra da yükselip kayboldu." dedi. Tam dediği karşımda da gerçekleşiyordu. Her arabadan inen sayısı farklı oluyordu. Resmen bir ordu gelmişti. Hepsi de diğerlerini beklerken yere yatıyordu.
"Mevzi aldım." Telsizden gelen ses Sarp'a aitti.
"Durum ne?" diye sordum.
"Barış'ın gördüğünden farklı bir şey yok. Arabalardan adamlar iniyor." dedi.
"Etrafa dikkatlice bakalım. Önceliğimiz gözcüler, varsa da keskin nişancılar olsun." İkisinden de tamam sesi geldiğinde elime dürbünü alıp etrafı izlemeye başladım. Sayıları oldukça fazla bu siyahlılar, ne olur ne olmaz diye yerini değiştirdiğim tenekenin etrafına toplanıyorlardı. İyi ki yerini değiştirmişim diye düşündüm. Sonra da etrafı taramaya, gözcü aramaya başladım.
"Telsizleri varsa sızabiliriz." Bu öneri Barış'tan gelmişti. Elbette nasıl yapıldığını biliyordum. Ancak telsizleri olduğundan, olsa da kullandıklarından pek emin değildim.
"Telsiz kullandıklarını zannetmiyorum. " dedim.
"Zaten biri yakınımdan geçti buraya gelirken, kulaklığı bile yok." Bu da Sarp'tan gelmişti.
"E bunlar nasıl haberleşiyor?" Barış'ın bu sorusunun cevabını biz de bilmiyorduk.
"Bilmediğimiz bir teknolojiyle." dedim. Zaten tek bildiğim buydu. Buna da bilmek denirse. Telsizler sustu. Barış beklediğimden sakin kalmıştı. Ben ondan panik bekliyordum. Cesaretli olduğunu anlamıştım böylece.
Nihayet tüm arabalar çekildiğinde, bir süre daha yerde yatmaya devam ettiler. İki keskin nişancı haricinde gözcüleri de yoktu. Onlar da karşı karşıya yerleşmişlerdi.
"Kendini hazırla Sarp. Nişancılardan birini seç ve nişan al." dedim.
"Sağdaki namlunun ucunda. Daha yakın, teke alırım. Sol da sende."
"Tamam." namluyu sola çevirdim. Nişanı ayarladım.
"Görüş temiz. Hazırım." dedim.
"Anlaşıldı, komut bekle." dedi. Dediğini yaptım ve izlemede kaldım. Bu sürede yerde yatanlar yerlerinden ufak ufak hareket etmeye başlamışlardı. Bu da bizim için hareket sinyali vermiş oldu. Tam bu zaman onları ikiye bölmek demekti. Bir bölümü sığınak için uğraşırken, diğer bir bölümü de saldırıya karşı savunmaya geçecekti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanya
Bilim KurguBambaşka bir İstanbul. Bomboş sokaklar, korkulu arayışlar ve cesur adımlar... Bu yeni dünyada ne amaçlanıyordu? Bu kadar hızlı bir değişim nasıl olabilmişti? Kabus muydu yoksa gerçeğin ta kendisi mi? Kalabalık şehir İstanbul'u hiç bu kadar ıssız...