Merhabaaaa Çok Çok sevgili okurlarııımm :) <3 <3
İşte Yeni Bölümle karşınızdayım :) Umarım Beğenirsiniz :)
Bir cesaretle çıktığım bu yolda, amacım düşüncelerimi, fikirlerimi paylaşmaktı. Desteğini esirgemeyen, düşüncelerini paylaşmaktan çekinmeyen herkese çok teşekkür ederim :) Bu yolda sizlerin desteğine çok ihtiyacım var. O yüzden, beğenirseniz oylamayı, bir düşünceniz varsa da belirtmeyi lütfen unutmayın :)
Gel gelelim bölüme, medya her zamanki gibi temsilidir :)
Bölümlere dair sizin de fikirleriniz varsa, örneğin; şarkı önermek isterseniz ya da fotoğraf ya da her ne olursa, lütfen yorumlarda buluşalım :)
Şimdi lafı daha fazla uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıyorum :)
Sağlıklı günler, Keyifli okumalar :)
Kafamın üzerinden uçaklar uçmaya devam ediyordu. Her patlamada, apartmanlar yerle bir oluyor, her dikili binadan geriye alevler ve toz bulutları kalıyordu. Eskiden, ufuk çizgisini bir binanın tepesinden görebilmek anca mümkündü. Gökyüzü, yalnızca bu uzun binaların izin verdiği kadardı.
Şimdi karşımda gördüğüm, simsiyah bir gökyüzüydü. Süsü, kalın, gri duman ve turuncu ateşti. Öylece baktım o manzaraya. Güzel miydi? Değildi. Ölüm doluydu o duman, çığlıkları yutuyordu o ateş. Ellerimle, önüme gelen saçlarımı geri attım. Kimisi boynuma yapışmıştı. Geri atarken canımı acıttı. Çevreme baktım, ufak da olsa bir ayna olmalıydı diye düşündüm. Molozların arasından o da çıktı.
Üst üste gelmiş betonlara dayadım onu ve karşısına geçip kendime baktım. Görmede biraz zorluk yaşasam da, büyük bir engel teşkil etmiyordu. Yüzüm, simsiyahtı. Kaşım yarılmıştı. Alnımda, günün izini taşıyan, derimin yırtılmasını göze sokan diğer yaram vardı. Saçlarımın arası toz olmuştu. Boynuma baktığımda, neredeyse siyahlaşmış kanımı gördüm. Kurumuştu orada.
Kafamı çevirip bakmaya çalıştım. Fazla çeviremedim. Yaradan mı nedir, ağrıdı. Aynayı elime alıp, yaklaştırdım. Yarayı görmeye çalışıyordum. Elimle yokladım, ensemde kalıyordu. Çantamdan sağlık malzemelerini alıp temizledim. Yaram, ne kadar büyüklükteydi, ne kadar derindi? Bir fikrim yoktu. Elimle çok dokunamıyordum, ama kurumayı başarmışsa, tehlikeyi atlatmışımdır diye düşündüm.
Elimi yüzümü yıkayıp, saçlarımın üstünü toplayıp, ufak bir topuz yaptım. Alt tarafını toplamak zor geliyordu. Zaten kan orada kurumuştu, oradan toplamak, canımı acıtmaktan başka bir şey yapmazdı. Emre'nin yanına dönüp, odanın diğer yanına oturdum. Sırtımı duvara verdim, ayaklarımı da uzatıp, kollarımı birbirine bağladım.
Ne oluyordu? Dedem bana ne anlatmaya çalışıyordu. "Seni çok üzüleceğin bir yolda, tek başına bıraktığım için üzgünüm kızım." Bu ne demekti. Derin Aksu da kimdi? Ya o el sıkışan iki adam? Ne üzerine anlaşmışlardı? Fotoğrafta neden kafaları yoktu? Derin Aksu denen şahsın, fotoğraftakilerle ilişkisi neydi? Sorular dönüp duruyordu kafamda, ama birinin bile cevabı yoktu.
Fotoğrafı daha dikkatli incelemek için cebimden çıkardım. Toz olmuştu. Tozların gitmesi için salladım. İncelemeye başladım. Arka fonda demir bir tezgah bulunuyordu. Üzerindekiler blurlanmıştı. Ne olduğu anlaşılmıyordu. Üzerinde oynanmış olduğunu bu şekilde anlamak mümkündü. Aklıma gelen soru ise, içeriğiyle oynanmış olup olmadığıydı. Katlayıp cebime geri koydum.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanya
Science FictionBambaşka bir İstanbul. Bomboş sokaklar, korkulu arayışlar ve cesur adımlar... Bu yeni dünyada ne amaçlanıyordu? Bu kadar hızlı bir değişim nasıl olabilmişti? Kabus muydu yoksa gerçeğin ta kendisi mi? Kalabalık şehir İstanbul'u hiç bu kadar ıssız...