Herkese Selamm :))Dördüncü bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz.
Medya; temsilidir. Benim kızın saçları daha kısa da :)
Öncelikle her çarşamba ve cumartesi günü bölüm yayınlama kararı aldım. Böylece haftada iki gün hikayemi anlatmaya devam etmiş olacağım.
Eğer beğenirseniz oylamayı unutmayın :)
Eğer bir düşünceniz varsa da, lütfen yorumlarda belirtin :)
Şimdi, hepinize keyifli okumalar diliyorum. :)
Sağlıklı günlerde kalın ! :)
Tam adımımı ileri atacakken bir klik sesiyle olduğum yerde kaldım. Bu, bir silahın emniyetinin indiğinin göstergesiydi.
"Ellerini havaya kaldır!"
Sakinliğimi korumaya çalışıyordum. Arkamdan gelen ses bir erkeğe aitti. Bekledim. Aslında şaşkındım. Nasıl fark edemediğimi düşünüyordum. Dikkatli olmam gereken yerde, nerede açık vermiştim de, onu fark edememiştim?
"Ellerini havaya kaldır!" diye tekrar bağırdı. Öfkeliydi. Dediğini yaptım.
"Yavaşça arkanı dön!" dedi. Yavaşça arkamı döndüm ve fark ettiğim ilk şey, karşımda 18, en fazla 20 yaşında bir genç vardı. Sıskaydı. Esmerliği belli oluyordu ve silahı çok yanlış tutuyordu. Hatta tutamıyordu.
Bu hali bana komik gelmişti, ama tüm ciddiyetimi korudum. Korkmuş olduğu her halinden belliydi. Dikkatlice yüzüne baktım. Aynı ciddiyetle bana bakıyor, inceliyordu. Ellerim havada dururken, ona doğru sessiz bir adım attım.
"Kıpırdama, yoksa vururum!" dedi.
"Hayır vurmazsın!" dedim. Tek kaşı kalktı. Daha önce silahla ateş etmediğine bile emindim. Hem de elindeki silahla hiç. Bir adım daha attım.
"Zorlama beni, vururum!"
"Hayır, vurmazsın! " Bakışlarına kenetledim gözlerimi. "Farkındayım, çok değişik şeyler oldu, ama sen beni vurmazsın!" Bir adım daha yaklaştım. Artık aramızda mesafe kalmamıştı. Silahı kavradım. Elime aldım. "Birincisi, silahı yanlış tutuyorsun. İkincisi, bu silah parmak iziyle çalışır. Ona kaydedilmiş parmak iziyle."
Kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı.
"Sen nereden biliyorsun?"
"Boşver! Hadi gel benimle, içeri girelim. Dışarısı tehlikeli."
Beraber galeriye girdik. Tek katlı bir galeriydi. Üzerinde evler vardı. Tek amacım bir araç alıp gitmekti.
"Adın ne?" dedi. Çoktan bir sandalyeye kurulmuştum. O ise, uzun boyuyla başıma dikilmiş, tepemden bakıyordu. Kafamı resmen gökyüzüne kaldırıp ona baktım.
"Tepemde öyle dikilmeye devam edecek misin?" Geçti, karşımdaki sandalyeye oturdu ve sorusunu yineledi.
"Adın ne?"
"Ne olduğundan önemli mi?"
"Ne?"
"Ne gördün? Bana ne gördüğünü anlat diyorum. "
"Sen ne gördüysen onu."
"Ne görmüşüm ben?" Durdu. Galerinin camından yola baktı.
"Kimse yok etrafta. Normalde kalabalık olurdu buralar. Resmen sadece Kadıköy'de beş milyona yakın insan vardı, şimdi bomboş her yer. Kimse yok. Hayvan bile yok ortalıkta!"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sanya
Science FictionBambaşka bir İstanbul. Bomboş sokaklar, korkulu arayışlar ve cesur adımlar... Bu yeni dünyada ne amaçlanıyordu? Bu kadar hızlı bir değişim nasıl olabilmişti? Kabus muydu yoksa gerçeğin ta kendisi mi? Kalabalık şehir İstanbul'u hiç bu kadar ıssız...